Sizde hala hakkın hatırını âli tutma duygusu kaybolmamışsa muhtemelen öğretmen olmaktan utanç duyma noktasına gelmiş olmalısınız.
Özellikle ilk ve ortaokullarda (ve şimdi mecburi eğitim kapsamına alınarak ortaokula benzetilen liselerde) sınıfta ders yapmak imkânsıza yakın bir güçlük ifade ediyor.
Aşırı değer verilerek egosu şişirilmiş veliler artık okulları da yönetmeyi gözlerine kestirdiler.
Sınıfa müdahale edebilen velilerin bir sonraki adımının öğretmene ve hatta idareye karışma noktasına ulaşacağından şüphe yok.
Bazı okullarda bu da iddia edilebilir.
Ne yazık ki durum vahim.
Artık, zil çalmasıyla sınıfa giren, yerine oturan ve defter-kitap çıkarıp öğretmenin sınıfa girmesini bekleyen öğrencilerin olduğu bir sınıf yok.
Onun yerine nöbetçi öğretmenin öğrencileri sınıfa katabilmek için saçını başını yolduğu okullar var.
Zorla sınıfa katılan öğrenci, kesinlikle gidip sırasına oturmuyor.
Sınıf içi her türlü laubalilik, işte bu vakitte yapılıyor.
En sulu şakalar, küfürler ve kavgalar öğretmen gelinceye kadar devam ediyor.
Öğretmen içeri girdikten sonra da disiplinsiz davranışlar kısmen dozajını düşürüyor ama yine de devam ediyor.
Hoca, bütün iyi niyetine rağmen derse başlayamıyor. Başlayabilen öğretmenlerin de iki cümle arasına sıkıştırdığı uyarı-ikaz sözcükleri dersi ders olmaktan çıkarıyor.
Bazılarının iddia ettikleri gibi; öğrenci öğretmenine göre davranıyor lafının sanırım pek geçerliliği kalmadı.
Öğrencilerimiz sınıf içinde nasıl yaparız, ne ederiz de dersi kaynatabiliriz arayışı içine giriyorlar.
Ne oldu da böyle oldu?
Nasıl yetiştirdi aileler ve öğretmenler bu çocukları?
Yönetici konumundakiler neden öğretmenin etkinliğini sıfırlayıp öğrenci ve veli karşısında çaresiz bırakacak düzenlemeler yaptılar?
Amaç ne idi?
Aklıma Yahudilerin Alman gençlerini nasıl yoldan çıkardıkları ve itaatsiz bir nesil haline getirdikleri geliyor.
Acaba diyorum, birileri bu amaçla öğretmenleri özellikle itibarsızlaştırmış olabilirler mi?
Acaba?
***
Burada sayın bakanımız Nabi Avcı’ya bir çağrı yapmak istiyorum.
Sevgili Hocam!
Halimiz içler acısı. Sınıflarda ders ortamı kalmadı. Öğretmen, birikimini aktaramıyor öğrencilere.
Öğrencilerden olgun davranışlar beklememiz hakkımız ama çoğu bunun değerini kavrama noktasından uzaklar.
Aileler, anlaşılmaz bir biçimde hemen her konuda öğretmenleri suçluyorlar.
“Benim çocuğum yapmaz”, “ben onu en güzel şekilde yetiştirdim”, “siz çocuğuma iftira atıyorsunuz” diyen veliler var muhterem hocam.
Sanırım öğretmenin itibarını arttıracak tedbirler almanın zamanı geldi.
Affınıza sığınarak ve de size akıl vermemin haddim olmadığını bilerek bazı fikirler öne sürmek istiyorum:
1) Öğretmen özgürleştirilmeli. Kılık-kıyafet ve fikri anlamda her türlü vesayetten ve kısıtlamadan kurtulmalı.
2) Tavassut anlayışı bitmeli. Hak ettiği en basit şeyi yaptırabilmek için öğretmen; sendikadan, siyasi partilerden medet ummamalı. Kelimenin tam anlamıyla milli eğitimde her şeye “sistem” hakim olmalı.
3) Liyakat bütün kriterlerden önce gelmeli.
4) Kıdem anlayışı kesinlikle kalkmalı. (Askerlik yapmıyoruz değil mi?)
5) Eğitim araçsallaştırılmamalı.
6) Milli Eğitim’de en itibarlı işin “sınıfa girmek” olduğu yerleşmeli. En muteber personel “öğretmen” olmalı.
7) Sınıftan kaçışı önlemek için öğretmen maaşı müdür ve müdür muavinlerinin maaşından yüksek olmalı.
Sayın Bakanım!
Şimdilik yazabildiklerim bunlar.
Elbette siz daha iyisini bilir ve takdir edersiniz…
adilgulmez.com