Eğitim sisteminin çeşitli kademelerinde yıllarını geçirmiş tecrübeli eğitimcilerle iftar sonrası çaylarımızı yudumlarken, söz dönüp-dolaşıp İstanbul Erkek Lisesi’nde başlayan ve özenle diğer liselere de bulaştırılmaya çalışılan liseli kışkırtmasına geldi. Olayın neden ve nasıl başladığına, muhtemel çözüm önerilerinin neler olabileceğine dair ufuk açıcı görüşler serdedildi. Yaşanmış tecrübeler aktarıldı.

Yıllardır tanıdığım bir ilçe milli eğitim müdürü dikkatimi çeken bilgiler aktardı. Faydalı olur ve belki de vakıanın künhüne vakıf oluruz diye ben de o bilgileri sizlere özetlemek istiyorum.

İstanbul Erkek Lisesi’nde yaşanan öğrencilerin okul müdürü konuşurken ona arkalarını dönmeleri abartıldığı kadar büyük ve yaygın bir olay değil. Öğrenciler önceki yıllarda da bazı müdürlere karşı benzer tavırlar göstermişler. Ancak olayın mevzii bir konum arz etmesi vakıayı küçümsemeyi gerektirmez. Tıpkı abartmayı gerektirmediği gibi. Buna rağmen kıvılcımı yangına çevirmek isteyen Sinsi Suflörlerin ayran köpürtmesine de meydan verilmemeli.

Farklı bir zaviyeden vakıaya şöyle de yaklaşılabilir: Bilindiği gibi militarist sol zihniyet üniversitelerdeki yapılanmasını liselere taşımak istiyor. Sosyalistler yıllardır uğraşmalarına rağmen anarşik eylemlerde kullanabilecekleri bir liseliler kadrosu oluşturamadılar. Komünist-Militan bir liseliler güruhu oluşturabilmek için her menfeze nüfuz etme peşindeler. Menfur emellerine ulaşabilmek için de medyada yuvalanmış sosyalist militan artıklarını kullanıyorlar. Akılları sıra bir kaos ortamı oluşturarak memleketteki iktidar sahiplerini gayri muktedir yapmayı düşünüyorlar. Onlar da biliyorlar ki amaçlarına ulaştıkları zaman söz fayda etmeyecek ve at izi it izine karışacak.

İstanbul Erkek Lisesi, okullardan bir okul değil. Gerek varlığıyla gerekse öğrenci, öğretmen ve veli profili ile mühim özellikler arz eden bir okul. Bu okulda görev alacak meslektaşlarımız okul ve çevresinin hususiyetlerini iyi bilmeli ve ilişkilerinde bu hassasiyetleri göz önünde tutmalı.

Olayı, İstanbul Erkek Lisesi’nin öğrencilerinin dine karşı bir eylemi gibi yansıtmak ta doğru bir değerlendirme değil, diyor tecrübeli eğitimci arkadaşım. Diyor ki:

“Ben o okulda yaklaşık iki yıl kadar Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptım. Derslerime elimde Muhammed Esed’in Kur’an-ı Kerim mealiyle girdim. Öğrencilerden hiçbir zaman olumsuz bir tavır görmedim. Hatta DKAB dersinden düşük not verdiğim öğrenciler bile oldu. Buna rağmen çok olumlu izlenimlerle ayrıldım o okuldan” dostumun hüsnü şehadeti itiraf edeyim beni de çok etkiledi. Demek ki dışardan gösterilmeye çalışılan ile içerden bakanın gördüğü şeyler aynı şeyler değilmiş.

Gelinen nokta itibariyle ayran köpürmedi. Bakanlığımızın aldığı tedbirler muhtemel olumsuz gelişmeleri dizginlemiş görünüyor. Tekerrür etmemesi için teyakkuz iktiza ettiği o kadar aşikâr ki.