Aslına bakarsanız sivil toplum kuruluşları mevzu bahis olduğunda hep, 28 Şubat sürecinde postmodern darbeye güçlü bir destek veren sözde sivil (!), gerçekte ise vesayet odaklarının gönüllü figüranları canlanıyor hafızamda her nedense.
Hatırlayın o günleri / yılları, postmodern darbenin vesayet odakları tarafından dizayn edildiği / hizaya çekildiği anlaşılan medya, sermaye ve sivil toplum desteğiyle gerçekleştiğini görüyoruz. Örneğin, dönemin TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK ve TİSK başkanlarından oluşan ve “sivil inisiyatif”, “beşli çete”, ya da “mahşerin beş atlısı” gibi isimlerle anılan birliktelik, 28 Şubat MGK kararlarına tam destek verdiğini ifade / ilan etmiş ve bu sebeple hafızalarda darbenin sivil ayağı olarak yer etmişti.
Zihinlerde derin izler bırakmış, gönüllerde kapanmayacak yaralar açmıştı.
İşte, öyle ya da böyle, olumlu ya da olumsuz, faydalı ya da zararlı ama mutlaka bir rolleri, etki alanları, işlevleri söz konusu sivil toplum kuruluşlarının.
Ya da hayra motor / şerre fren olurlar sivil kuruluşlar, olabilirler. Zaten öyle de olmaları gerekir, istenen, beklenen, arzu edilen de şüphesiz budur.
Kılık kıyafet ve başörtüsü özgürlüğü konularında on iki milyondan fazla imza toplayan Memur-Sen’in, zamanın hükümetinin elini güçlendiren desteği hayra motor, 15 temmuz ihanet kalkışmasına karşı Başkanı Ali YALÇIN’ın daha ilk anlarda, tereddüt bile etmeden "meydanlardayız” çağrısı üzerine bulundukları şehirlerin meydanlarını dolduran Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen camiasının dik ve sağlam duruşu ise şerre fren olmaya birer örnek kabul edilebilir mesela.
Hadd-i zatında, “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker”, Allah’ın bizlere yüklediği farz bir yükümlülüktür. İslam, bizlerden bu sorumluluğu sırtlanmamızı, yükümlülüğümüzü mutlaka yerine getirmemizi salık vermektedir: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (A.İmran Suresi / 104)
“Nasıl Bir Sendikal Mücadele?” başlıklı yazımda “günümüzde sendikal mücadelenin (STK’ların) temel kodlarını Peygamber Efendimizin gençlik yıllarında katıldığını bildiğimiz Hılfu’l-Fudul Cemiyeti’nde aramak yerinde ve isabetli olacaktır” tespitinde bulunmuş, devamında “sendikal mücadeleyi bir erdemliler hareketi olarak değerlendiriyor, ulvi ve insani değerlerin yüceltilmesi adına bir hak arayışı, haksız ve adaletsiz uygulamalar karşısında dik bir duruş, bir haykırış olarak görüyorum.” şeklindeki düşüncemle sendikal mücadeleye ve sivil insiyatifin öncü rolüne bakışımı vurgulamıştım.
Aynı yazımda, “bu büyük yükü omuzlaması gereken sendika yöneticilerinin, her şeyden önce, temsil kabiliyeti yüksek, ufku geniş, birikimli, mazisiyle ve duruşuyla arkasındaki kitlelere güven telkin eden, omurgalı ve yürekli insanlar olması elzemdir.” vurgusuyla sağlam ve sarsılmaz bir yapıya kavuşturulması zaruri olan bu tür yapıların oluşumu, olabildiğince güçlü kılınmalı tezini savunarak “nasıl bir sendikal mücadele?” soruma esaslı cevaplar bulmaya çalışmıştım.
Yine o yazıma atıfta bulunarak bu soruya kendimce bulduğum cevapları, önemine binaen tekrarlamak istiyorum.
“1-Sendikal mücadeleyi (sivil toplum faaliyetini) ulvi davaya hizmetin bir aracı, bir vesilesi olarak gören ve bu inançla heyecanından hiçbir şey kaybetmeden mücadele eden,
2-Sadece hakkın, hakikatin, adaletin ve erdemin peşinde koşan,
3-Gerektiğinde kitleleri peşinden sürükleyebilme kabiliyetine ve cesaretine haiz olan,
4-Kurumsal kimliği ile kamuoyunu etkileyebilme gücünün farkında olan ve bu gücünü yeri geldiğinde çekinmeden kullanabilen,
5-İstişare mekanizmasını düzenli olarak işleten, istişareyi tabana yayan ve buna göre kararlar alan,
6-Şeffaf, paylaşıma açık bir yönetim anlayışını geliştiren,
7-Ufku derin, entelektüel birikimli, aktivist ruhlu, gelişimci ve değişime açık yöneticilerle mücadeleyi sürdüren,
8-Danışan, dinleyen, değer veren,
9-Gündemin içinde, gündem belirleyen sendikacılık anlayışı, bu kutlu mücadeleyi daha da güçlendiren, daha da ötelere taşıyacak olan unsurlardır.”
Netice olarak, ifade etmek istediğim gayet açıktır.
Özelde sendikal oluşumlar genelde sivil toplum kuruluşları, mevcut durumlarını (yönetimlerini, yönetme biçimlerini, duruşlarını, hedeflerini, faaliyetlerini, mali yapılarını, açıklık ve şeffaflık politikalarını, toplumun ve üyelerinin beklentilerini vs.) behemehâl gözden geçirerek yapılanmalarını mutlaka bir an evvel güçlendirmeli ve tam anlamıyla örgütlü bir yapı olarak etkinliklerini daha da arttırmalıdırlar.
Geleceğin dünyasında siyaset kurumu kadar örgütlü ve güçlü sivil oluşumlar, daha fazla söz sahibi olacaktır.
Bunu şimdiden öngörmek hiç de zor olmasa gerek.