ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT
Türkiye’de bu sloganı duymayan bilmeyen yoktur. Hangi siyasi yapıya, düşünceye mensup olursa olsun herkes bu sözü ve sahibini tanır, bilir. Bu cümle bir devrin neslinin zihnine de kazınmış idi. Öyle bir azim, inanç, şuur, aşk ve vecd ile bu sloganı atardı ki genci ihtiyarı; sanırsınız o sesleniş ile ülke iliklerine kadar mana (maneviyat) dolacaktır. Belki de bu sloganın seküler anlayış sahibi olanlarca endişe ile karşılanmasının sebebi sadece maneviyat kısmı olabilir. Çünkü değerler silsilesi tarumar olmuş toplumların bile bir ahlak anlayışı vardır; her ne kadar seviye biraz düşük seyretse de.
Fil hakika Maneviyat dediğiniz zaman direkt olarak İslam gelir akla. O ise hala öcü ‘dür ve korku vesilesi olarak değerlendirilir bilmeyen veya inanmayanlar nezdinde. İslam’ı bilmeyen ya da inanmayanlar derken uzun yıllardan beri ülkenin yaşadığı travmanın ardından din ile ilişkisini bir şekilde düşmanlığa kadar vardıranları da tanıdık. Hatta bazen öyle şeyler yaşandı ki sanki ceddinden utanarak üzerinde ki bir lekeden kurtulmak isteyen ve zihinleri tarumar edilmiş torunlara şahit olduk. Dedesi İslam alimi olup tam bir İslam ve ahlak düşmanı insanları gözlemledik. Sanki evladı aracılığıyla dedesinden ve ya milletin aslından intikam alırcasına birileri tarafından ön plana çıkarıldı bu tipler.
Aslolan hakikattir. Hakikat tektir. Diğerlerinin hataları, günahları şuurlu olarak yetiştirilmiş insanlar için ne bir ölçüdür /mikyas/ ne de mazeret. Şimdilerde toplumun İslami yapıları içerisinde yetişmiş nesillerin yönettiği bir ülkeyiz elhamdülillah. Ancak maneviyat ve ahlak eğitimlerinin iyi olduğunu düşündüğümüz insanların makam ve benzeri imtihanlarda nasıl bir yol izleyecekleri/ izledikleri günümüz ve geleceğimiz adına önem taşımaktadır.
Hariçten gazel okumak kolaydır. Eskiden söz sahibi olmadığı için adalet terazisinin ve ahlakın zabit ve zabiteler’ i olma imkanı bulan bu kardeşlerimize böyle netameli ve zor olan imtihanlarında muvaffakiyetler diliyoruz. Bu açıdan bakıldığında ümit var olduğumuzu da ekleyelim. Önemli olmalarının en vazgeçilmez gerekçesi şudur. Çevremizde yetişmekte olan bir nesil var. Bu neslin iki türlü bozulma ihtimali vardır. Birincisi kendi harama helale riayet etmeyen birisi nasıl olsun da bu hassasiyeti koruyacak bir nesil yetiştirsindi ki. İkincisi ise zaten haram lokmanın girdiği bir hanede asla düzgün bir nesil yetişme ihtimalinin bulunmamasıdır.
Şu anda eğitimli ve başarılı bir çok İslami duyarlılık sahibi insanın babası kıt kanaat geçinen insanlardı. Daha doğrusu ülkenin toptan bir fakirliği söz konusu idi de onun için zaten hemen herkes fakr-u zarurete mecburen uğramıştı. Ancak en az bilgisi olan ebeveynler bile bu konularda asla taviz vermemiş ve zar zor geçimini sağlasa bile harama el uzatmamış ve kimseye el açıp boyun bükmemiştir. Zorluklara sabrı ve duayı katık eylemiş ve sadece Allah’tan istemişlerdir.
Çocukluğumda okuduğum Raif Cilasun ‘un Haram Lokma isimli romanı beni çok derinden etkilemişti. Eğitimci arkadaşlara özellikle; ebeveyn olan herkese de mutlaka çocuklarına bu romanı okutmalarını hararetle tavsiye ediyorum. Gel gelelim maneviyat bu kadarla da sınırlı değil. Eskiden dini kitap diye mızraklı ilmihal dışında pek bir kitap ta yoktu. Ancak inanılmaz bir manevi lezzet vardı toplumda. O tadı onlara veren birkaç cami imamı dışında bir de mutasavvıf birkaç alim vardı. Şimdilerde tasavvufa ve dini bir çok kaynağa modernist bakış açısı ile saldıranları haklı çıkaracak bir çok şey olsa da kitaplar ve hocalar çoğaldıkça samimiyet ve maneviyatta azalma olması tuhaf.
Kısa bir hikaye.
Ben yedi yaşlarında bir çocuktum. Fırından ekmek alamaya giderdim. Fırıncıda bazen ekmek pişinceye kadar beklediğimiz olurdu. İnsanlar zaman uzayınca muhabbeti koyulaştırırdı. Bir gün komşu dükkanlardan birine hırsız girdiği konuşulmaya başlamıştı ki içlerinden biri dedi ki;
-Ya hu eskiden şehrimizde bekçi de hırsızlık ta yoktu. Şimdi bir sürü bekçi var hırsızlık oluyor. Bu nasıl iş. Ya bekçiler çalıyor ya da göz yumuyor. Hafif esprili bir şekilde söyleyince tabi insanlar hem hak verdi hem de güldü.
Ey hocalar, alimler, mollalar, muallimler siz arttıkça maneviyat azalıyor ise suçlu sizce kim? Bilgi arttıkça ihlas azalıyorsa ne yapmak lazımdır. Bir diğerinin yanlışını bulunca mal bulmuş mağribi gibi saldıran hocalar, efendiler. Bir diğerini küfür, şirk ve sapıklıkla suçlamaktan ya da sırf aralarında ki muhabbete halel gelmemesi için hakikati gizleyip yanlışını düzeltmesi için kardeşini uyarmaktan imtina edenler. Bu gün yaşanan bozulmayı sadece geçmişin cahil bırakmasına ve zalimliğine bağlamak sizi kurtarmaz. Siz yapmanız gerekirken yapmadıklarınız ya da yapmamanız gerekip te yaptıklarınız üzerinde bir kafa yorarsanız fena olmaz.
Ebeveyneler, öğretmenler maarif davasının her dereceden sorumlusu olduğunu hissedenler mutlak surette bu hususa dair endişeli olmalıdırlar. Her çocuğun sorumluları var çevresinde. Ya rabbi bana öğretmediler dediklerinde verecek cevabımız ne olacak. Hepiniz çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz hadisi şerifi bizi yükümlü tutuyorken bu vazifenin kaçınılmazlığı ayan beyan ortadadır. Bir çocuk dahi ihmal edilemez feda edilemez. Bahaneler ve mazeretler hakkın katında geçerli olmayacak sadece yaptığımız amellerin ecrini bekler hataların ise hesabını veririz.
Sınıfa hiç abdestsiz girmedim diyen Nurettin Topçu’nun bu ahlakını yaşamak gerekir sadece anlatmak ancak kulağa işittirir, kalbe değil. Yaşamadığınız şeyleri söylemek zor gelmiyor mu. Elhamdülillah ben Nurettin Hocanın bu sünnetini hem yapıyor hem de anlatıyorum diyebilen muallimlere selam olsun. İşin özü Ebu Hanife’nin bal yeme hususunda ki gibi gerekirse sözümüz dinlensin ve sadra şifa olsun diye kırk gün bal yemekten vazgeçmek / vazgeçebilmek.
Geçen bir yerde özgürlüğün tanımını yaparken bir kardeşimiz şöyle demişti. Özgürlük vazgeçebilme potansiyelidir. Yani rüşvetten, makamdan, adaletsizlik yapmaktan ya da her tür zararlı olan şeylerden vazgeçebilenler gerçek anlamda özgür olabiliyorlar. Sonuç olarak özgürlük = maneviyat diyebiliriz sanıyorum. Şeytana uyduk bir kere işte sözleri maalesef kaybedilmiş insan manzaraları içeriyor.
Daima ve geleceği kurtarmanın bu değerlere bağlı olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Her iki cihanda kazanmanın yolu ahlak ve maneviyattadır.
Selehattin DUMAN
Eğitim Bir Sen İst. Bir. Nl. Şb. Bşk. Yrd.
13.03.2017 02:05