Yıllar önce okuduğum bir yazı beni; o dönemde başka hiçbir şekilde öğrenemeyeceğim bazı konularda iyiden iyiye bilgi / fikir sahibi kılmıştı. O yazının bir çok gözlem ve tecrübenin yanında okuma ve yazma alt yapısı gerektirdiği aşikârdı. Bahsettiğim yazı o günlerde yayın hayatına başlayalı belki de birkaç ay olmuş bir gazete olan yeni şafakta yayımlanmış, yazarı da daha sonra kendisiyle bir defa görüşme imkânım olmuş olan şimdilerde Bakan olan yazar Ömer Çelik`ti. Ve kendisine bu yazısından bahisle bir miktar sohbet imkanımız da olmuştu.

          Bir yazı neden bu kadar önem arz edebilir ki canım diyenleri duyar gibiyim. O zaman başlayalım. Başlık “Ey Yaşamak İntiharı 1” idi. Gerçekten çok özel ve ilgi çekici bir başlık. Yazıda bulunan konu ile başlığın ironik bir bağı olabileceğini düşündüğümü hatırlıyorum. Genelde kadın-erkek ilişkilerinde kadının her zaman avantaj sahibi ve kazanan taraf olduğunu çok güzel bir dille aktarmıştı yazarımız.

          Örneğin hatırımda kaldığı kadarıyla o daha evlilik öncesinde bile erkeğin bir kızı sevip ona âşık olduğunu -“tabi ki bu dönemde bayağı değişiklikler var ama kültürel yapı devam ediyor”- ve bu aşkın en çetin ızdıraplarına sevdiğinin naz ve kaprislerine her şeye rağmen razı oluşuna değiniyordu. Buna mukabil kız kendisini istemeye gelenlerden en iyi donanımlı, yakışıklı ya da zenginini veya rüm bu meziyetleri taşıyanı ya da çoğunu içerenini tercih ediyordu. Bu çok avantajlı bir durumdu.

          Daha sonra eş ya da evlat olarak kadın / kız bir şey istediğinde eşi / babası hayır diyecek olsa; üzülüp ağladığında ah’ kıyamam gözyaşına al ne istersen senin olsun diye yumuşayıverir. Çünkü eşi ya da kızı fark etmez onun üzüntüsü asla istenen bir durum olamaz. O da mutlulukla kabul eder. Ya da isteğe evet cevabını almışsa yine mutluluktan güler ve karşısındaki erkek senin gülüşüne kurban der ve yine kazanır kadın. Ancak kıymetli yazar böyle basit ve hissiz yazmamıştı; ben hızlı bir özet yapmak derdindeyim.

          Yazıyı okuduktan sonra 15 yıldan fazla bir zaman geçmiş ben evli ve kızları (oğlum da var bu arada) olan bir eş / baba olmuşum; “ o gün de anlamış olsam da bu yazının hakikatini” , bugün bunu çok daha yakından müşahede ediyorum.

          Evet, Annelerimiz aklımıza gelince güleriz en azından tebessüm ederiz. Çünkü onları çok severiz. Anne evladının gözlerinin içine baktığı zaman o bakışlardan çocuğunun kalbine öyle sıcak bir sevgi salar ki; insan yaşadığı sürece bu sevgiyle mutlu olur ve o sevgiden güç, destek alır. Ve anne ne isterse evlatlar onu yapabilmek için can atar; atmalıdır da. Onlar dünyada kazanmıyor sadece ahrette onların ayağı altına serilmemiş miydi? Dünyada bir anneden daha bahtiyar kim vardır. Yeter ki evladı iyi olsun; yeter ki sağ salim olsun.

          Eşler; dünyamızın / hayatımızın yarısıdır tıpkı bir elmanın yarısı gibi. Ah! affedersiniz. Kusuruma bakmayın. Hanımefendiler dünyamızın tamamını kuşatmıştır. Yani bütün dünyamızdır onlar. Ancak erkeklerden bunu fark edenler olduğu gibi henüz fark edememiş ama o aşamanın adayı olanlarda mevcuttur.

          Evin reisi erkektir!? Birçok konuda ona bu hak verilmiştir. Ancak eşinin desteğini almamış hiçbir erkek gerçek anlamda riyaset sahibi olamaz. İster evin dışında olduğunu düşündüğümüz bir mesele olsun ister içini ilgilendiren. Ya da eşinin fikrini dinlemeyen ona bu fırsatı tanımayan; hatta ona gereken değeri vermeyen kişilerin hem manevi olarak sorumlu olacakları ve hem de ihmal nedeniyle aile içine giren samimiyetsizlik dolayısıyla ailesini toparlayamayacakları aşikârdır. Karı koca öyle bir bütünlük arz etmeye başlar ki ruhlar kaynaşınca fikirlerde ve bedenlerde buna ayak uydurmak zorunda kalır ve bazen inanılmaz benzer olur eşler. Kadınla kocanın toprağının aynı yerden alındığına dair inanışın fizikselliğine bir delil bulunamasa da o benzeşme ve uyum zaten delalet eder bu hakikate.

          Kadın tüm evin her tür sıkıntısını omuzlar, ekonomik düzenini sevk ve idare eder. Çocukların her tür temizlik, bakım, eğitim ihtiyaçlarını büyük bir özveri ile üstlenir. Hayatın mutluluk ve hüzün anlamında nesi varsa kadınlarla ilgili; kadın merkezlidir. Birlikteliği mutluluk ayrılığı ise azap. Allah kimseyi böyle bir azap ile sınamasın; kaçınılmaz ise sabır lütfetsin bu durumu yaşayan herkese.

          Bahsedilen hanımefendi eğer bir babanın kızı ise zaten peşinen bir yelken / su ilişkisi var demektir yani baba yelkenleri suya indirir peşinen. Hani “Kızını dövmeyen dizini döver” temel eğitim deyişi vardır ya; bunu yalancı çıkarmak için herkes el birliği etmiştir gizliden gizliye sanki. Hele bu zamanda kız çocuğunu değil dövmek yan bakmaya kıyacak baba yoktur; olmamalı. Çünkü her baba kızının, her kız çocuğu da kendisinin, sevginin kaynağı ve odağı olmak üzere yaratıldığının farkındadır. Eğer sevgiyi baba ve diğer aile üyelerinde bulamazsa; bu hakkını elde etmek için beklide hiçbir zaman gerçek sevgiyi bulamayacağı adreslerde el yordamı ile arayacaktır. Onun için tüm çocukların özelliklede kızların evde en iyi düzeyde sevgiye doyurulmaları belki de en önemli koruyucu ve etkili yöntem olarak karsımızda durmaktadır.

          Toplumun tüm değerlerini dinamik bir şekilde ayakta tutmanın yolu kadınların bilgi sevgi ve sosyal yeterliliklerinden geçmektedir. Bunu temin etmek için temel eğitim dönemi olan 1-8 yaş arasının ve hayata hazırlık dönemi olan 8-18 yaş arasının çok ama çok verimli bir şekilde geçirilmesi gerekir. Bu arada bu vazifeyi temin de aile kadar cevre ve eğitim kurumlarına da büyük bir vazife düşmektedir.

          Tüm erkeklerin özellikle de kadınların üzerinde etki ve sorumluluk sahibi olanların; onları iyi anlamak ve onlara gerçek anlamda dikkatlerini verecek ilgi göstermek üzere hayatlarını odaklamaları gerekmekte. Bir kadının ıskalanmış bir anı topluma ve geleceğe hatalar silsilesini miras bırakma gibi uzun vadeli bir zarar kapısını aralar. Hiçbir genç kadın ya da kız yeterli ilgi ve sevginin olduğu ortamda yanlış bir davranışa yönelmez. Çünkü onların akılları erkeklerinkine nazaran daha kapsayıcı ve geniş boyutlu çalışmaktadır. Ve erkekler gibi hırs ve emelleri için bir şeyleri kolay kolay gözden çıkarmayı tercih etmezler.

          “Kadınlarınız size Allah`ın emanetidir” düsturu ve sünnete uygun olan “koca-baba” rolü iyi özümsenir ise geleceğin inşasına bugünden başlanmış olduğu kabul edilebilir. Onların ne akılları ne duyguları hafife alınmadan son derece özenli birer anne/eş/birey olmalarını sağlamak için her türlü fedakârlık çok kıymetlidir.

          Hz. Meryem ve Firavunun karısı Asiye örnekleri çok önemlidir. Bugüne kadar kocasının zulmüne rağmen kâh çaresizlik kâh toplumun yapısı gereği sabreden anneler cennet anneleridir. Onların sabrının bugünün kadını açısından anlaşılmasını beklemek oldukça zor. Ancak tüm rahatlık ve huzuruna rağmen kocasından ayrılmak isteyen kadın ya da erkek sayısı da küçümsenmeyecek boyutlara ulaşabiliyor. Bu durum çok manidar ve aynı zamanda üzücüdür. Gelişen ekonomik yapının oluşturduğu bireysel yaşayabilme cesareti altında inanç, duygu, bilgi ve değer eğitim yetersizliği kadını bugünkü noktaya taşımıştır.

          Bu çerçeveden baktığımız zaman “Eşlerinizin kusurlarını değil iyi yönlerini düşünün” tavsiyesinin her iki taraf için geçerliliğini hala koruduğunu görebiliyoruz.

          Hâsılı kelam. Kadın Muhteremdir, Mükerremdir. Ama kimse kusursuz değildir. Mükemmel değildir. Kendini dev aynasın da gören insan kadın olsun erkek olsun en büyük gaflettedir. Karşısındakinin kusurlarına odaklanan kişi kendine ayna tutmaktan korkmaktadır. Eksikliklerinin farkına varan gayretle tamamlamaya çalışır.

          Sevelim sevilelim daima sevgiyi yaratana şükredelim. Yoksa nice olurdu halimiz düşünelim.

Vesselam

Selehattin DUMAN

Not: Bizim medeniyetimizde, inancımızda ve tarihimizde kadın bugün ki durumunda değildir. Biz inancımızı, kültürümüzü, irfanımızı ve görgümüzü kaybettikçe düşüyoruz. Ahlaken yücelmek için daha çok kulluk yapmalıyız beraberce Kadın - Erkek...