‘’ Bizim mücahide ihtiyacımız yok ama sizin CİHADA ihtiyacınız var’’ Gülbettin HİKMETYAR

CENNET KAZANDIRAN ÇOCUKLAR

20 Nisan 2015

15.40 uçağıyla Hatay Reyhanlı’ya doğru İHH’nın düzenlediği yetim dayanışma günleri için çıktık yola. Uçakta meşguliyet ararken aklıma kalemim geldi. İHH ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü yetim kardeş organizasyonun da ilçe koordinatörü olan arkadaşlarla beraberiz. Bölgeye varıncaya kadar kafamdaki bazı soru işaretlerinin devam edeceğini sanıyorum. Yoğun ve yorgun bir dönemim olması bir yana orada bizi bekleyen şeyin ne olduğu merakı sarmış ruhumu. Özellikle ülkesini, evini, aile fertlerinden birçoğunu geride bırakarak bize-evimize gelen bu kardeşlerimizin kalplerindeki devinimi hissedebilecek miyim merakı içindeyim. Suriyeli küçük Mücahit ve Mücahideler in ‘Beşşar’a ‘’ meydan okuyan bakışlarına bakmaya gücüm yeter mi? bilemiyorum. Beş altı yaşında çocukların bazı TV programlarında ekranlara yansıyan ‘’ Zaferden sonra ona diyeceğim ki; Hani Beşşar sen büyüktün? Gördün mü sen değil Allah büyük.’’ sözleri aklıma düşüyor.

   O kahraman çocukların gül yüzlerini öpmeye ya da yine bu savaş ortamının en ağır şartlarını yaşamış yetim yavrularımızın, kardeşlerimizin başını okşamaya gidiyoruz. Dayanabilir miyim bilemiyorum. Suriye’de yaşananları bilip bir şey yapamamanın acısıyla ümmet adına utanmamak ve genelde dünya mazlumlarına özelde şehit ve yetim çocuklara ağlamamak, çaresizliğime isyan etmemek için yüreğime söz dinletip dirayetli olmaya çalışacağım. Daha görmeden yüreğime baygınlıklar veren kokunuzu, cennet rayihanızı duyar gibiyim. Sizler şahadet, rahmet ve sabır kokuları saçıyorsunuz dünyaya. Hem hasret, hicret ve metanet taşıyor rüzgârlar sizden bize doğru. Şehit babalar var ve şehit analar var. Biz elimizi bu şehitlerin yetimlerine uzatmak isterken şehit çocuklar düşüyor aklımıza.

Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Uçaktan iniş ve istirahat mekânına ulaşımla gün yitiyor. Sabah erkenden Reyhanlı İHH koordinasyon merkezine ulaşıyoruz. Tüm hızıyla devam eden organizasyon hazırlıklarının arasında merkezi tanıma ve yapılan hizmetlerle ilgili bilgi alma seremonisi… Suriye sınırındaki kamplarda on binlerce kardeşimize yardım ulaştırıldığını ve inanılmaz bir özveriyle çalışıldığını görüyor ve bir parça sürur ile rahatlıyoruz. Ama depoları gezerken uzun süren savaşı kanıksayan milletimizin ihmali suratımıza tokat gibi iniyor boş rafları görünce. Günde 170 bin ekmeğin üretildiği fırın ( fabrika ) ve değirmen “ki benzerleri Suriye içinde de kurulmaya başlamış”, gezici hastaneler ve çalışanların büyük kısmı Suriyeli olan diğer bütün organizasyonları dinliyor, izliyoruz. Nihayet beş yüz dolayında her biri başka güzel ve harika kokan cennet çiçekleri yetimlerimizin geldiğini görüyoruz. Her yaştan var; üç, beş, sekiz, on ve on üç, on dört yaşlarından kızlı erkekli melek yavrular.

Program Kuran tilaveti ki oda yetim çocuklardan melek ve diğerlerinin ikramı ile başlıyor. İlk o an kendimi bıraktığımı okunan ayetlerin manaları ve okuyan küçücük bedenlerin harika ifadelerinin etkisiyle gözlerime hücum eden yaşları saklayarak zor toparlandığımı hatırlıyorum. Kuran bülbülü ve her biri beş ile onlu yaş arasında. Ben mest, izleyenler her biri ayrı bir hal üzere. Meram Yetimhanesi, İmdat Yetimhanesi ve diğerleri. Her biri ayrı bir renk İHH şapkası ve çeşitli kostümler giymiş ya da normal kıyafetler ama çiçek gibi güzel giydirilmiş. Bakımlı ve temiz çocuklar. Savaşın izlerini silme çabası çok net gözler önünde. Yetimhanelerde görevli olan Suriyeli hanımların büyük kısmı yetim kalan kendi yavrularıyla birlikte hem barındığı hem eğitim ya da başka bir alanda hizmet verdiği bir ortamda bulunmanın huzuruyla kendi hayatlarından vazgeçmiş bir fedakârlık ve özveriyle tamamen vakıf anne olmuşlar. Ağlayan bir kız çocuğunun ‘’Nermin adı bu arada” sakinleşmesi için yardımcı olan ve ardından teselli sonrasında gözlerinin içine bakan öğretmen hanımın onu güldürmek için çabalaması sonrasındaki gülümseme inanılmaz güzeldi.

21 Nisan2015

Reyhanlı İHH merkezinde yapılan yetim etkinliğine katılan birçok çocuk ya sahnede vazifesini yerine getirdi ya da alanda yapılan etkinliklere katılarak bizim eşliğimize de sevindiklerini belli eden bir tarzda eğlendiler. Arapça, Türkçe şarkı ve ezgiler salavatlar eşliğinde saatler geçmek bilmedi; geçmesindi zaten. Tanıştığım çokça yetimden bir kısmı aklımda kaldı sadece maalesef. Üç yaşlarında Ğazal ağzında çikolatayla hatırımda, ‘’Gel kardeşim’ ’şarkısını söyleyen gruptaki Betül, Emine ve Safiye Türkçe bildiği için onlarla daha çok vakit geçiriyor, sohbet ediyoruz. Kusay ve Ahmet her fırsatta yanıma geliyor “ Ne güzel ettin de geldin ‘’ der gibi bakıp benimle beraber yürüyorlar. Onlarla eğlendik. Onlara balon şişirip bağlayıp dağıtıyordum .’’ Ammi ‘’ diye seslenen her bir ciğerpareye yetişmeye çalışıyordum. Alanda dolaşırken onların şarkı cıvıltıları ve şen kahkahalarıyla mest olurken bir ara ağlayan bir kızımızın adını sorduğumda aldığım cevap sadece sessizlik olmuştu. Bu durum oralarda pek yadırganmıyor, kim bilir hangi acı hangi keder diline kilit vurmuştu bilinemeyeceği için olabildiğince özenli davranmaya çalışılıyordu. Daha sonra şehit isimli bir kızımızla hasbihal ettik. O alanda beni sırtımdan yumruklayarak benimle iletişim kurmaya çalışan Abdurrezzak ’ı tanıdım. Beyan isimli kızımızın el aman dedirten coşkusuna kimse yetişemiyordu. Tüm şenlik bitinceye kadar her bir çocukla oynamaya ilgilenmeye çalışmaktan ziyadesiyle hoşnut idik; tabii yine ziyadesiyle yorulmuştuk ama değmişti de. Etrafımızı kuşatan rahmet kokusuydu her biri ayrı bir özellik ve güzellik katıyordu bu rayihaya. Meram isimli dört yaşındaki kızımızın sorumlu hanımlardan başka hiç kimseye yüz vermemesi; yaşı kadar yaşadıklarıyla da alakalıydı. Kalabalık ortamda ayırdına varamadığımız ama yetimhane ziyaretinde tanıdığınız “İsra” hem yetim hem de öksüzdü. Biraz ilgilenince yüzünden güller açan bu kızımız büyük zorluklardan sonra bulunmuş ve korunmaya alınmıştı. Ümmetin yüz akı İHH. O gün iki çocuk biri beş (kız) diğeri dört (erkek) yaşlarında kardeşler, akşama kadar ellerini kenetlemişler hiç ayrılmadılar. Yetimhanede öğrendik ki anne, baba şehit ve orada ilk günleri imiş. Büyük abla ağlayınca küçük te ona bakıp bakıp dudağını büzüyordu, ardından o da eşlik ediyordu ablasına. Çok ağladılar. Dayanılır gibi değildi.. Yetimhanede akşam yetim yavrularımızla beraber yemek yedik. Bir yanımda Kusay diğer yanımda Ahmet. Onun yanında ve karşımda birer İbrahim ve Abdullah vardı sofrada. Sonra o sofrada yanımda oturan üç yetim yavrumuzun sofranın en güzel yiyeceği olan içli köftelere uzanmayarak bana ikram etmek istemeleri, inanılmaz bir vazgeçişti. Ben de onlara işaret edince uzanmadıklarını gördüm ve tabaklarına koyduğum köfteleri yemeleri için ricada bulunmak zorunda kaldım. Bu çocukların en büyüğü 12 yaşında ve cömertliğin misafirperverliğin hem de en yüksek perdeden ikram etme büyüklüğünün zirvesinde kardeşler, evlatlar. Ümmetin geleceği adına umudumu yenileyen ve beni yüreklendiren bu küçük ama yüreği dağlar kadar büyük yetimler. Küçücük bir ilginize doyumsuz, karşılıksız bir sevgiyle cevap vermeleri onlardan çok bizim ihtiyacımızmış gibi geliyor bana. Yıllar önce Afgan mücahitlerinin liderlerinden Gülbettin Hikmetyar’ a “mücahide ihtiyacınız var, gelmek istiyoruz” denince tarihi cevap geliveriyor hemen. ‘’ Bizim mücahide ihtiyacımız yok ama sizin CİHADA ihtiyacınız var’’ Bizim ihtiyacımız var onların bizi sevmesine. Bizim ihtiyacımız var yetime sahip çıkmaya. Ve onlarla aynı evleri, sofraları paylaşmaya çok ama çok ihtiyacımız var.

22 Nisan2015

Bu gün İskenderun yetim günleri için Reyhanlı’dan oraya geçtik. Servislerle yola çıktık hedefe vardığımızda Jud, Rim, Yusuf, Nermin ve nice yeni kardeşim oldu. Yusuf’u sahilde kucağıma aldığımda ki üç buçuk yaşında bana bir şeyler söyledi, anlamadım. Sorduğumda da denizi seyretmek istediğini söylediler. Yanağından rica minnet öptüm. Öğlen yemeği İskenderun Belediyesi’nde başkanın da katılımıyla yendikten sonra yavrularımıza dağıtılan bayrakların sallanarak yürüme sahnesi başka bir şenlikti. Sahilde Çanakkale Savaşı ile ilgili bir gezici müze ziyareti yaptığımızda onlara bugün Suriye`de yaşanan savaşın benzerini bizde de yüzyıl önce tüm dünya’ ya karşı yapıldığını anlattım. Ardından feribotlarla deniz turu yaptık. Sefer duasını hep bir ağızdan okuyan çocukları hayranlık ile izledik. Müzikler eşliğinde oyunlar oynadık. Dönüşte indiğimiz parkta dondurma dağıttık çocuklara. Hani “anlatılmaz yaşanır” derler ya işte tam da bu konuya uygun düşecek bir ifade bu söz. Çocuklardaki mutluluk ve aldığı dondurmasını yiyenin bir daha geldiğinde hafif çekinerek yanaşması… Hepsi, her biri ayrı bir çocuksu güzellik ve masumiyet taşıyor. Allah ömür vermişse tekrar gideceğim hem de çoluk çocuk. Onlar da yeni kardeşler tanısın, sevsin. “Hayatımın en anlamlı iki olayında biri” dedim dönüş yolunda. Umre seyahatinden sonra en yüksek duygu yoğunluğu yasadığım ikinci seyahat. Ha bu arada bize mihmandarlık eden İHH görevlisi kardeşlerden biri “Bu çocukları bırakıp nasıl gideceksiniz?” demişti. Zor bir ayrılık olmuştu gerçekten.

Uçağımıza yetişme telaşıyla yola çıktık ama aklımızı orada, kalbimizi çocukların ruhuna kalbine iliştirip düşünüyorduk. Geldim; günler geçti hala aklımdan çıkmıyorlar. Düşündükçe hala içimi kâh bulutlar kaplıyor kâh güneş açıyor yüreğime. Her biri öz be öz evladım, öz be öz kardeşim, canım, ruhum. Allah bize mağfiret etsin de size hakkıyla sahip çıkma şerefini esirgemesin bizden. Şehit anne ve babalarınız en yüce makamda İnşallah. Sizler de onların yolunda Allah’ın rızasına uygun bir ömür sürersiniz inşallah. Sizi çok seviyorum. Özlüyorum. Kokularınız hala ruhumda. Üzerinizdeki koku miski amberdir. Şahadet kokusu, cennet, rahmet, metanet, mağfiret kokusudur.

Fi Emanillah

Selehattin Duman

Vesselam Reyhanlı Kayaşehir 04.04. 08.05.2015

Not:Bu yazı eski tarihli olmasına rağmen yeni yılda da özel bir çalışma yapılması gereği yayımlanmıştır.