Toplumları ayakta tutan iki şeyden biri Milli İrade (var olma iradesi) ise diğeri de Milli Ahlaktır. Ahlakın milli olanı için şu ifade doğru olabilir sanıyorum. Devam eden hayatın ortak alanlar ve beraberlikler dolayısıyla oluşan genel ahlak. Ahlak yaşantı ve davranış açısından bireysel olmakla beraber çevre ile olan irtibatı açısından sosyal bir konu hatta sosyolojinin konusu olma vasfını haizdir. Dolayısıyla bireysel olduğu kadar bölgesel, bölgesel olduğu kadar da evrenseldir. Bu evrensel ortak değerler anlamında olabileceği gibi farklı anlamlar yüklenmiş ama öz de var olan değer yargıları gibi. Evrensellik açısından söz konusu olan iyi denince akla gelen şey aynı olmasa da her yerde iyi ya da kötünün farklı tanımlarına rağmen varlığıdır.
Ahlak felsefesine ait kavramları oluşturması dolayısıyla Aristo ya da ‘’nasıl davranmamız’’ gerektiği hakkında sistemli fikirler ileri sürdüğü için Sokrates kurucu olarak kabul edilir. Böyle söylense de işin gerçeği ahlaki ilk kuralları ilk vahiye muhatap olan Hz. Adem ortaya koymuş ve iyi-kötü doğru-yanlış kavramları açısından ilk kurucu olmuştur diyebiliriz. Ahlak ile ilgili uç ifadelerden biri hiç bir menfaat ‘’cennet umudu ve cehennem korkusu dahil’’ beklentisi olmadan yapılmadıkça davranış ahlaki olmaz görüşüdür. Ya da Ahlak dışılık bir yerden diğerine değişiklik arz ediyor olabilir mi? Veya ahlak ne kadar evrenseldir. Ahlakın evrensel kuralları var mıdır?
Dünyanın geldiği nokta itibariyle ahlak ve ahlaksızlık ile ilgili ortak gelişme ve gerilemeler söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bundan yüz yıl önce ki Avrupada bile açıkça ifade ve itiraf edilemeyen cinsel ayrılıkçılık hareketleri şimdilerde müslüman ülkelerde ‘’ONUR’’ yürüyüşü esnasında hem de İslami kavramlar ve değerler üzerinden hak talebinde bulunma yüzsüzlüğünü çekinmeden ifa edebiliyor. O zaman ahlak yada ahlaksızlık evrensel boyutlarda bir sorun ve ya değer olabiliyormuş.
Bize düşen bu sorunu ya da değeri bir birine zıt oranlarda iyinin galibiyetine doğru taşıyabilme cesaret ve becerimizin olup olmadığıdır. Sadece beceri değil doğru yöntemler ile yapabilirliğimiz ne durumdadır. Bozuk ahlakı ve ya tercihine daha çok yapışarak sahiplenme duygusuna iteceğimiz insanlar açısından da bir sorumululuk söz konusu olacaktır. Tam da istediğimiz kavrama doğru geldi konumuz. Burada iki meşaleyi yakmak gerekiyor. Birincisi İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. İkincisi ise insan Eşref-i Mahlukattır. ‘’Biz insanı ahsen-i takvim (en güzel bir biçimde) üzere yarattık’’ Bu iki prensip hem sorumluluk taşıma hem de bireysel kemalin önünü açacak türden iki meşaledir.
Modern insan ve toplumun sorumluluktan anladığı bireyin sadece yapacağı ve bir başkasına sorun ya da yük olmadan yaşamasını temin edecek iş ve işlemlerden ibaret kalmıştır. Bunu sebebi de gerçekten yani hak ve hakikatten diğer ifadeyle vahiyden kopması dolayısıyla meseleye dair farkındalık seviyesinin düşüşü ile ilintilidir. Yani bireyin sadece çevresine ve topluma dair sorumlulukları üzerinde bir yoğunlaşma söz konusudur. Bireyin fert planında zamanla yok olmaya doğru ilerlerken; toplum tabiri caizse kutsanmış, birey onun karşısında gerçek varlığını ve değerini kaybetmiştir. Yeri gelmiş toplum yararına malı müsadere edilmiş yeri gelmiş toplum yararına başkaca menfaatlerinden vazgeçmek suretiyle ferdiyet aleyhine güçlenen toplum lle ilgili bir problemimiz var gibidir durum.
Kişinin çevresine, ailesine karşı sorumluluklarının dışında kendi bedenine ve ruhuna karşı sorumlulukları maalesef unutulmuştur. Daha ilk dönem islam toplumunda kendisini cinsel hayattan soyutlamaya kalkan samimi müminler olmuştu. Bir kısmı yemeden içimeden el etek çekmişti de onlar vahyin ileticisi ve uygulayıcısı peygamber vasıtasıyla istikamete davet edilmişti. Yani bu mesele yaşanmamış olsaydı İslam dünyasında da ruhban sınıfı ortaya çıkabilecekti demektir bu. Şimdilerde Avrupanın başını ağrıtan kilise adamlarının taciz davalarının özünde yatan da budur. Fıtrata aykırılık mutlaka patlak verecektir. Hangi tür riyazet uygulanırsa uygulansın vücut ve akıl isyan bayrağını açacaktır.
Toplumsal ve bireysel ahlakın yozlaşmasında din ve din adamlarının, ülke ve krallarının ne kadar payı olduğu meselesi; dönemsel ve yöresel farklılıklar arzetmekle beraber; önemli bir oranı işgal ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü bütün yozlaşmalar aşırı ve ani zenginleşmeler dolayısıyla mantar gibi ortaya çıkarlar. Bu ise genel olarak ani iktidar değişikliklerine dayanır. Onlarda ki bozulma zamanla topluma kadar sirayet eder. Sefahet ile beraber başlayan ahlak sefaleti maddi sefaleti de davet eder. Ama bunu yaşayan kimse ya da öbekler bu yozlaşmanın maddi alana sirayetinden sonra yıkım olacağını öngörememiş, zamanında fark edememiş ve acı sondan korunamamıştır.
Çağımız iktidar sahipleri ise o eski güç ve şatafatlı hayatların olmaması dolayısıyla toplum ile aynı zeminde ya da kah bir adım önde kah bir adım arkada yürümektedir. Düşünebiliyor musunuz kral yarı tanrıdır ve bu gün ki şartlarda ölmeden önce bir kasaba büyüklüğünde bir tapınak mezar yaptırmaktadır. İşte bu gücün azdırdığı türden toplumlardan bahs ediyoruz. İşte şimdi ise sahip olunan kısmi güç ya da imkanlar dolayısıyla azgınlaşarak ahlaki değerlerini yarı yolda terk edenler olacaktır / olmuştur. Ancak dünya menfaatinin geçici olduğunu da bildiğini zannettiğimiz bu İslam kimlikli / kılıklı kimselerin kurtuluşu için ne yapacağımızı bilemez durumdayız.
Kaldı ki hiç bir dini ya da ahlaki değeri kıymete haiz olarak görmeyen insanlar için Müslüman bireyler, aydınlar, yöneticiler olarak ne yapacağımızı / yapabilirliğimizi konuşacak ve yol, yöntem üretecektik biz. Yapacağımız hiç bir çalışma genel anlamda inandırıcı olamayacaktır bu gün ki manzaramızla. Hani tencere dibin kara senin ki benden kara hesabı olacaktır. Elli ya da yüz sene önce bu tarz problemler, sorunlar yoktu. Ne oldu da şimdi bu tür sorunlar ayyuka çıktı diye soranlar olacaktır. Belki yoktu veya belki de vardı da kimsenin haberi yoktu; olmayacak kadar azdı. Toplumlarda zenginlik arttıkça azgınlıkta aynı oranda artıyordu demiştik ve netice itibariyle bozulma ya da ahlaki seviye düşüklüğü ortaya çıkmış oluyor.
Çözüm önerisi noktasına gelmeden önce en ilk prensibi tekrar ifade edelim. İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Müslüman olmanın ne kadar değerli ve önemli bir şey olduğunu hatırdan çıkarmadan; halife olma şuuru, şükür ve samimiyetle çalışılırsa sonuç alınabileceğini söyleyebiliriz. Her şeye rağmen ve tamamen biteceğini düşünmeden ve yeni nesillerin korunması adına bir şeyler yapılması gereğinin farkında olarak. Eğitim öğretimin bilgilendirmeden daha çok bilinçlendirme faaliyeti içermesi ilk adım olabilir. ilk insanı ve zaafları ve güçlü yönleri ile insanlığın atasının hikayesi burada çok önemli bir rol oynayabilir. O da hata yapmış ve tevbe ile yine Allah’ın sevgili bir kulu ve peygamberi olmuştu.
Tüm bunları Kuran’dan ve yaşanan hayattan içeriklerle iyi bir yoğurma ile aktardığınız yeni nesil; meseleleri daha yüksek bir irfan üzerinden algılayabilecek hale gelecektir. Sonuç itibariyle geçici olan ile ebedi olanı anlamak ve tercihte bulunmak esnasında yalnız başına karar verecek olan kişi bu donanımla beraber son derece güvenli bir istikamet takip edebilecektir. Biz de ki ana sorun bilgiyi aktarıp bırakmaktan kaynaklanıyor. Bilginin hayatta istihdamı ve uygulama pratiğinin eksikliği olumsuz neticeyi ön plana çıkarıyor.
Bilgi düzeyi her zaman bilinç düzeyini yükseltememektedir. Onun için de günümüz İslami bilgi sahibi olan kişilerden beklenen sonucu alamıyoruz. Yaratılışımız en güzel surette olduğuna göre sorun bizim irademizi kullanma biçimizde olup yaratılışımızda değildir haşa. Yapıp etmelerimizden sorumlu olduğumuzu / olacağımızı şöyle ya da böyle hep bildik, öğrendik tüm insanlık olarak. Hele ki müslümanlar olarak Hakkı tanıma ve bilme şansımıza ilave olarak, bize verilen emekler açısından söyleyecek tek sözümüz olamaz.
Bu çerçevede ahlakın ne yereli ne evrenseli var ya da yok oluşu her hangi bir anlam ifade etmeyecektir. Hele de tüm insanlığı kurtaracak son dinin önerisi olan ahlaki kriterler kendi mensuplarınca ihmal ediliyor, eğilip bükülüyor, uygulanmıyor hatta heder ediliyor iken. O halde silkinmek ve yeniden sadece bireysel sorumluluk açısından değil hem toplumsal sorumluluk hem de evrensel ahlakı yükseltmek ihtiyacına cevap verebilmek adına yeni bir diriliş ile ortaya çıkmalıyız. Bu diriliş sadece kendimizi değil evlatlarımızı değil ülkemizi değil tüm insanlığı kurtarmak adına hayati değerdedir.
Vesselam
Selehattin DUMAN
Eğitim Bir Sen İst. Bir Nl. Şb. Bşk. Yrd.
12.07.2017 01:32
twitter: @SelehattinDuman
facebook: @DumanSelehattin
instagram: @selehattinduman