Kamu kuruluşlarının yüzü, her zaman soğuk gelmiştir sade vatandaşa. “Allah hastanelere düşürmesin” duası, sadece bir sağlık temennisi değil, aynı zamanda bu yolda çekilen çilelerin de sitem ifadesidir. Gerçekten de devlet bankaları, hastaneleri, okullar ve diğer kamu alanları “hizmet değil eziyet görülen yerler” olarak, kötü bir şöhrete sahiptir.

 

Sanki bütün bu kamu alanlarına eleman almak için aranan şartlar; “asık surat” ve “henüz ikinci sorusunun başında insanı azarlayabilme yeteneği” olarak belirlenmiştir. “Danışma” adıyla konulan masa genellikle boştur, dolu ise de oturan görevli her zaman için başka işle meşguldür. Ve gerçekten de ismine yakışır şekilde “bana danışma” mesajı vermektedir.

 

İnsanı bezdiren bu muamelenin eğitim veren kurumlarda yaşanması ise ayrı bir çelişkidir. Bazı okullarda daha kapıdayken güvenlik görevlisi, içerde hizmetlisi okulun sahibi gibi karşılar sizi. Elbette bazı velinin okulu gasbetme raddesine varan tavırlarına yapılan haklı müdahaleden bahsetmiyoruz. Ama hizmetli engelini aşıp da hizmet alamayan vatandaşların sayısı da hiç az değildir doğrusu.

 

Okullardaki en büyük badire ise ulaşılması ve aşılması zor müdürlük makamıdır. Haklarını personelin hakları ile barışık kullanabilen, yönetici değil idareci olmayı becerebilen, insanları germek yerine motive eden ehl-i insaf tüm okul müdürlerini saygıyla tenzih ederek kısa öğretmenlik geçmişimde kulağıma çalınan, hayatımı hırpalayan, beni meslekten soğutan idareci portrelerine değinmek istiyorum.

 

Bir okuldaki öğretmenler üçe ayrılır: “Ne yapsa yeridir” olanlar, “ağzıyla kuş tutsa yaranamayanlar” ve “suya sabuna dokunmayanlar”… Bahsettiğim yöneticiler bu grupları birbirine yakınlaştırmak yerine aralarını açmak üzere vazife yaparlar.

 

Her meslekte amir, işveren, yönetici sıfatları vardır. İnsanın bulunduğu her yerde kontrol mekanizmasının olması da doğaldır. Ama öğretmenler kadar göz hapsinde tutulan başka bir meslek grubu kalmamıştır. Müdürden alınan sicil notu, müfettişin verdiği teftiş notu, velinin gözündeki prestij notu derken aynı öğretmen asla birbirini tutmayan çok sayıda dereceye nail olur. Öğretmen hep aynı öğretmendir de aldığı notlar hiçbir surette bağdaşmaz. Çünkü iki ders saati içinde ilk kez gördüğü bir öğretmeni değerlendiren müfettiş ile, sicil notlarını tayin ederken vicdanından başka hiçbir şahidi olmayan okul müdürünün aynı sonuca ulaşması ihtimal dahilinde değildir.

 

Okul müdürlüğü de kolay iş değildir elbette. Okulun vardığı ya da varamadığı her noktada faturanın çıkarıldığı ilk kişidir. Dünyaya farklı gözlerle bakan çok sayıda insanı aynı çatı altında sükunet içinde tutması beklenir. Ama bunu başarabilenler de yok değildir.

 

Ne ki, okul müdüründe empati duygusunun üst seviyede olması şarttır. Ancak o zaman personel, okula yeni bir müdür atandığında patronuyla değil iş arkadaşıyla tanışacağını bilmenin rahatlığıyla çalışır. Bizde öyle midir peki? Ne yazık ki okula yeni atanan bir öğretmen kimseyi tedirgin etmez de “okul müdürü nasıl biri acaba” soruları, kendisinden önce gelir.

Bende ilk müdür fobisi, okula gelir gelmez ders programına el atan ve sabah 7- akşam 7 arası bana ders ayarlayan bir yönetici ile başladı. Yolu en uzak, bebeği en ufak ben olunca da hayatımın en makul tavsiyesi karşıma çıktı: “Evini okula yakın taşı”. Hayatını ders programına uyarlamak, elbette ders programı ayarlamaktan daha kolaydı!!

 

Beni tanıyanlar bilir; işten gocunmam ama okul müdürleri ile yıldızım hiç barışmadı. Çünkü galiba “yönetilme değil birlikte okulu idare etme” beklentim, onlara hadsizlik gibi geldi. Personel değil birey olarak değer görme hayalim gerçeğin uzağına düştü.

 

Ben tahammül edemedim:

Sabah okula gelip kapısını kilitleyerek canı istediğinde hizmet vermeye başlayanlara…

Kimilerine her talebinde izin verip kapıdan uğurlarken, bazılarını en makul durumlarda bile salmayarak gözyaşına boğanlara…

Okulun gelirleriyle kendisinin gerekli gördüğü yerlerde kesenin ağzını açarken, öğrenciye hizmet için tek kuruş harcamayanlara…

Personelinden duyduklarını başkasına rahatlıkla aktaran, öğretmenler odasında kendisiyle ilgili konuşulanları öğrenmek üzere muhbir tutanlara…

Restleştiği öğretmeni okuldan göndermek için hayatını zindana çevirmek üzere tüm yetkilerini kullananlara…

Kimilerini gülücüklere boğarken bazılarını mahkeme duvarı gibi karşılayanlara…

En ufak sorunu diyalogla halletmek yerine sarı zarflara bürüdüğü resmi yazışmalara boğanlara….

Minik bir bebeğin süt hakkını annesi ile pazarlık mevzusu yapanlara….

Ben tahammül edemedim. Okulu çiftliği sanıp da ağalık taslayanlara…

 

Okul müdürlerinin rotasyona tabi tutulmasını son yıllardaki en isabetli uygulama olarak kabulleniyorum ve yönetmeliklere bir madde daha eklenmesini hayal ediyorum: “Müdürlerin de bir sicil notu olsun, hayatına kasdettiği öğretmenler tarafından verilsin” Bakalım çiftlikte dengeler değişecek mi, diyorum.

 

Hatice TOKDEMİR

AJANSKAMU.COM / ÖZEL