Televizyon artık reddedemeyeceğimiz kadar hayatımızda. Önceden oturma odamızdaydı, şimdi hem orada hem mutfakta hem yatak odasında… Hatta akıllı telefonlarla birlikte biz nerede, o orada. O kadar bizden biri ki, babaların bile evlatlarını reddetmeye güçleri var, evdeki televizyonu reddetmeye güçleri yok artık. Mesela bir evlat, televizyon ekranlarında her akşam izlenen dizilerdeki bir ahlaksızlığı ucundan yapıverse babası onu hemen evlatlıktan reddediverecekken televizyon evin paşası gibi olduğu yerden ışık (!) saçmaya devam ediyor.

Peki hiç mi iyi şeyler yok? Diyanet TV var. Ama bu kadar pisliğin arasında bir küçük şişe misk kokusunu kim alır? O güzel koku, bu kadar kötü kokunun arasında yok hükmünde kalır.

Televizyonun eğitici ve bilinçlendirici yapımlarla desteklenmesi elbette içi boş dizi ve sinemalarla dolu olmasından iyidir. Hatta kendini televizyona kaptırmış nesli el aleme kaptırmamak için gereklidir de. Madem vazgeçiremiyoruz, o zaman işi kuralına göre oynayalım demek mantıklıdır. Ancak burada da çok önemli bir noktayı gözden kaçırmamak gerekir: Kim için ve nasıl bir yapım?

Yeni doğmuş bir bebeğin de, 30 yaşındaki bir babanın da beslenmeye ihtiyacı vardır. Ancak bu ortak ihtiyacı, bebekle babanın durumlarını göz ardı ederek ortak bir çözümle gidermeye kalkarsanız bebeğe bal, çiğ köfte ve baklava veririsiniz. Sonra da “Neden böyle oldu? Halbuki ne güzel yemeklerdi” der durursunuz. Demem o ki, televizyonu kullanarak insanları bilinçlendirmek için de muhatabınızın zihinsel ve duygusal düzeyini göz önünde bulundurmadan atacağınız her adım, başı ağrıyana kemoterapi, beyin tümörü olana da vermidon vermek gibi olur. İkisi de ya öldürür, ya süründürür.

Bunlara en son örneklerden biri, TRT’nin başarılı yapımlarından olan “Diriliş Ertuğrul” dizisi. Başarılı diyorum çünkü prodüksiyon ve senaryo olarak Türk dizileri içinde çıtayı epey yükseltmiş bir yapım. Osmanlı devletinin kuruluş dönemini, Selçukluların son demlerini, Moğolların baskı ve zulümlerini sağlam bir kurguyla, post prodüksiyon ve efektlerle zenginleştirerek anlatmış ki, izleme oranları da beğenildiğinin bir diğer kanıtı.

İlk bölümünden sonra izlemediğim, niçin izlemediğimi de yakın çevremle paylaştığım bu dizi bana biraz fazla şiddet içeriyor gibi geldi. Dizi hakkında konuştuğum kişilerin de çoğundan aynı tepkiyi aldım: “Ama çocuklar tarihlerini öğreniyor. Boş dizilere bakacaklarına tarihlerini öğrensinler. Fena mı?” Ben de konuyu (ve televizyonu) kapatıp hayatıma devam ettim. Ta ki geçen hafta yayımlanan son bölümünü izleyene kadar. En az yetişkinler kadar çocuk ve genç bir kitlenin de hayranlıkla takip ettiği bu dizinin son bölümünün son dakikalarındaki sahne beni hayretler içinde bıraktı. Bir Moğol, yakaladığı bir Türk’ü öldürdü. Yaklaşık 1 dakika 45 saniye süren sahnede yedi tekme, 12 yumruk ve 12 sopa darbesi, tüm şiddeti ve çıplaklığıyla havalarda uçuştu. Belli ki yönetmen sahnenin dehşetini izleyiciye verebilmek için epey uğraşmış. Başarılı da olmuş; zira sahnenin sonuna doğru artık oturduğum yerden “yeter ama” dediğimi hatırlıyorum.

Burada bir parantez açıp tekrarlayayım. Tarihi öğreten, ortak değerler etrafında birleştiren yapımların varlığını ben de destekliyorum. Benim vurgulamak istediğim bu dizilerin varlığı değil, çocuklara uygunluğudur. Çocuklar iki saatlik bir dizinin senaryo kurgusunu bir bütün olarak kavrayamazlar. Onlar sadece sahneleri izler ve çektikleri fotoğraflara ve izledikleri karakterlere göre örnekler alırlar. Ne yazık ki kimin iyi, kimin kötü karakter olduğunu da kavrayamaz ve en hareketli ve karizmatik olanları modellerler. Çocukluğunu televizyonla geçirmemiş ilk nesil, Yeşilçam’ın kötü karakteri Erol Taş’ı her filminden sonra sokakta gördüğü yerde kovalar, yakalarsa dövermiş. Filmdeki kötü rolü, gerçekten kötü algılar ve tepkisini de gösterirmiş. Erol Taş’ın bir röportajında dinlediğim bu hadiseye o zamanlar gülmüştüm. Ama şimdi “keşke yine öyle olsa” diyerek bugünkü nesle ağlıyorum. Bugün çocukluğunu televizyonla geçirmiş olan nesil artık iyi ile kötüyü ayıramıyor. Tepki göstermeyi geçtik, kötüyü iyiye tercih ediyor. Ertuğrul dizisinden de aynı sonuç çıkıyor. Akşam Ertuğrul dizisini izleyip sabah okula tarihini öğrenmiş ve kardeşlik ruhu gelişmiş bir öğrenci geldiğini görmedik maalesef. Ama etrafta bol bol birbirine kılıç sallayan Kafakoparanus’lar, Ezergeçerus’lar dolaşıyor. Yetişkinler için değil ama, çocuklar için hiç iyi sonuçlar çıkmıyor.

Bu tür yapımların 1970’lerdeki versiyonları Tarkan’dı, Karamurat’tı. Meşhur artist Kartal Tibet’in oynadığı seri sinema filmlerinde de bol bol ölüm vardı, savaş vardı. Ama biri ölecekse ya bir okla, ya bir kılıç darbesiyle, ya da yumrukla iş biterdi. Kötü de kötüydü hani. Uzaktan bakınca bile insanın içine bir tiksinme gelirdi. Örnek almayı bırakın, uzaktan dolaşasımız gelirdi. Son zamanlardaki yapımlar bunu biraz birbirine karıştırmış görünüyor. Tamam sonuçta sanat yapılıyor. Yönetmen yönetmenliğini, sanatçı sanatçılığını konuşturmaya çalışıyor; ama vur deyince de öldürmemek lazım.

Sözün sonunu şöyle bağlayalım. Değerli anne babalar, akşamları bu tür şiddet içerikli dizileri izletip, üstüne de cips, çikolata, kola içirdikleri çocukları için “niçin böyle yapıyor?” diye hiç sormasın. Siz çocuğunuzun deposunu fullemiş, altına da ralli arabasını vermişsiniz. Elbet spin atacak, pati çekecek. Ne yapsın çocuk? Oturup dantel mi örsün?