Vefatının 14. yılında rahmet andığım Merhum Aliya İzzetbegoviç ile ilgili iki hususu dile getirmek istiyorum. İnşallah günümüze ve bize de ışık tutar.

Bir:

Uzak değil, hemen yanı başımızda ve çok yakın bir zamanda yaşandı bütün bunlar.

1992 yılında sözde medeni Avrupa, sinema gibi seyretti bütün olanları. Ne de olsa kendi planları ve kendi eserleriydi bu yaşananlar…

Sadece Avrupa da değil, Boşnak katliamına tüm dünya seyirci olmuş ve yapılan zulmü görmezden gelmişti.

O zulüm ve katliam yıllarında sadece Türkiye ve birkaç ülkeden sesler yükselmiş ve imkânsızlıklar içinde birkaç küçük yardım yapılabilmişti.

Aliya İzzetbegoviç ve beraberindekiler hem Boşnakların hem de Ümmet’in şerefini korumak adına bayrağı düşürmemeye çalıştılar. Düşürmediler de…

Kana susamış Sırp ve Hırvat askerler, Avrupalı büyüklerinden aldıkları güvence ile yaşlı, hasta, çocuk, kadın demeden Boşnakları zalimce katlediyordu.

İnsanlık ayaklar altına alındı. O kadar ki, bazı Avrupalı ve ABD’den gelen zenginler, bu komutanlara para ödeyerek başkent Saraybosna’nın ele geçirdikleri tepelerinden sniper silahlarıyla sivil Boşnakları avlıyorlardı.

Anlatılır ki, işte böyle günlerin birinde, Mostar’ın yüksek bir yerine büyük bir haç diken Hırvat Komutan kedisiyle görüşmekte olan Aliya’yı tehdit ederek; “Bak, biz haçı nasıl diktik. Şimdi sizin hilâlden daha yukarıda bir haçımız var. Bunu kaldırmaya gücünüz yeter mi?” der.

Akşam olup karanlık çökünce Aliya komutana gökyüzünde parlayan hilal ve yıldızları gösterip şahadet parmağını göğe kaldırarak bugün bile insanı ürperten şu sözleri söyler: “Sayın komutan, şimdi sen de bir semaya bakıver! Şu hilâli ve yıldızı görüyor musunuz? Senin onları yok etmeye gücün yeter mi? Ne kadar yükseklere haç dikseniz de onu geçemezsiniz ve asla onu oradan da indiremezsiniz. Onlar semada olduğu müddetçe biz de inşallah varlığımızı devam ettireceğiz!”

***

İki:

Prof. Dr. Cemaludin Latiç…

Merhum Aliya İzzetbegoviç'le 5 yıl birlikte hapis yatan, eski Bosna milli marşı ve Srebreniçki Inferno'nun yazarı.

Latiç bir anısını anlatıyor: "Rahmetli Aliya bir gün beni yanına çağırdı. Hiçbir politik neden yokken beni yanına çağırdığında bilirdim ki, bir sıkıntısı var. Evinin terasında oturduk. Sıkıntısı yüzünden belli oluyordu. Muhtemelen kalbiyle ilgili problem nüksetmişti. Yakında öleceğini hissetmişti sanırım. Saraybosna'nın Trebeviç tepesine doğru bakıyordu ve bana şöyle bir soru yöneltti: 'Allah aşkına sen ne düşünüyorsun, kızlarımıza ya da torunlarımıza günün birinde yine tecavüz edilecek mi  Yeniden kötülük tekrarlanacak mı ' Sonrasında Aliya şöyle devam etti: 'Çok ihtiyatlı bir politika izlemeliyiz, öyle bir yerdeyiz ki, kötülüğün tekrarlanması mümkün."

SONUÇ:

Bugün yaşananları doğru yorumlamak istiyorsak Aliya’nın kitaplarını, mücadelesini ve hayatını iyi okumalıyız.

Popülizmin etkisiyle onu seramonik törenlerin girdabında yok edip fikirlerinin yerine heykellerini koymamalıyız.

Tıpkı cumhurbaşkanımızın bu tür kilisevari tören heveslilerine dediği gibi: “Ben heykelimin yapılmasını istemiyorum, heykel değil hizmete yönelik eserler yapsınlar. Bunların bizim değerlerimizle çatışan şeyler olduğunu bilsinler."