Köy Enstitüleri Hasan Ali Yücel’in eğitim bakanlığı döneminde, 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış olan okullardır. Kırsal alana öğretmen yetiştirme konusu, esasen II. Meşrutiyet Dönemi’nden beri düşünülmekteydi. Ancak ne imparatorluk döneminde ne de cumhuriyet yıllarındaki çabalar doyurucu sonuçlara ulaşmıştı. Yapılan denemelerdeki okul modelleri ve öğretim programları klasik örneklerden farklılık göstermiyordu.
Bilindiği gibi Köy Enstitüleri, yakın tarihin en hararetli tartışılan kültür projelerinden biridir. Murat Katoğlu’na göre bu okullar; birer misyon kurumuydu ve aynı zamanda kurucuları ile kurulmasında emeği geçenler birer misyoner olarak tanımlanabilirdi. Enstitülerin kuruluşunun arkasındaki siyasal güç ise Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür. Sonra bu okulları yine kapatacak olan CHP’den başkası değildi.
Öyle yerli, kendimize özgü kurduğumuz bir okul modeli de değildir. 1937 yılında Mösyo Olindo Gorni tarafından hazırlanan bir raporda belirli merkezlerde tarım okullarının açılması ve köylerin/köylülerin yetersiz kaldığı meselelerin çözümünde yardımcı olması noktasında tavsiye edilmiş okullardır bunlar.
Enstitülerde öğrenci yalnızca yöreden yani kırsal kesimden seçilen gençlerden meydana geliyordu. Mezunlar, köy öğretmeni olarak mezun olacaklardı. Köyden kaçmayacak, oranın şartları ve geleceği için yetiştirilen, yine orada görev yapacak misyonerler yetiştireceklerdi. Kitap, kalem, kâğıtla beraber, her türlü tarım aleti, zanaatkârlık, çiftçilik, araç-gereç kullanma, üretim vs. ile köylünün köyde kalması ve modernleşmesi hedefleniyordu.
Gerçekte, Köy Enstitüleri projesinin ardında tek-tipçi eğitim anlayışının mimarlarından Milli Şef İsmet İnönü’nün oluşu, bu okulların amacı ve işlevleri hakkında yeterince kuşku duymamıza neden olmaktadır. Zaten bu okulların yıllardır eleştirilmesine neden olan da; tek parti zihniyetinin ürettiği baskıcı, tek-tipçi ve yasakçı anlayışın varlığıdır. Bu konuda en sert eleştirilerden biri “Köy Enstitüleri faşist bir müessesedir” diyen Engin Ardıç’tan gelmiştir.
Engin Ardıç 2007 yılında (Akşam Gazetesi) konuyla ilgili yazdığı bir yazısında özetle şu ifadelerle okulları eleştirir. “Köy Enstitüleri, Milli Şef’in, yani diktatör İsmet İnönü’nün onayıyla 1940 yılında, ‘Almanya’nın savaşı kazanacak gibi göründüğü’ bir dönemeçte kurulmuş faşist eğitim yuvalarıdır!
Amacı, yetenekli köylü çocuklarını köyde, köyden çıkarmadan, şehre getirmeden eğitmek, marangozluktan duvarcılığa, arıcılıktan turşuculuğa kadar çeşitli pratik bilgiler vermek, bu arada elbette kırıntı düzeyinde müzik, edebiyat, tiyatro falan da öğretmektir.
Karşılığında, çok uzun süreli bir ‘mecburi hizmeti’ de vardır bu eğitimin... Yani, köylünün köylü olarak köyde kalması arzu edilmektedir, büyük şehre gelip işçiye dönüşmesi istenmemektedir! Yani, bir işçi sınıfının doğması ve dolayısıyla solun gelişmesi de istenmemektedir!
Yani, sanayileşme de istenmemektedir! Önce devrimler ‘oturtulacaktır’. Bir burjuva sınıfı da istenmemektedir, ancak tek partiye ‘arz-ı übudiyet etmiş’ zenginlere izin vardır. (Bu arada gayrımüslim zenginler, örneğin Yahudi burjuvazi de ezilmekte ve yok edilmek istenmektedir tabii.).”
Engin Ardıç’ın ifade ettiği gibi köylünün köyünde kalıp devrimleri içselleştirmesi gerekiyordu. Ben bunun yanı sıra, imam-öğretmen çatışmasının da bu dönem etkili bir rol oynadığını düşünüyorum.
Sarıklı cübbeli köy imamlarının yerine kravatlı, Kemalizm’i içselleştirmiş, modern giyimli, çağdaş, ilerici ve laik öğretmenlerin yerleştirilmesi; dolayısıyla öğretmenin imamın yerine geçirilmesi ve imamların da toplum nezdinde gözden düşürülmesi hedeflenmiştir.
Necip Fazıl Kısakürek ise Köy Enstitüleri hakkında; “Anadolu çocuğunun ruh mezbahasıdır. Enstitüler, Anadolu çocuğunun doğal özelliklerinin yok edilerek, yerine ahlaksızlık, milliyetsizlik, maddecilik ve komünist anlayışın kurulması için girişilen bir harekettir” der.
Köy Enstitüleri de aslında bu ideolojik beklentinin dışında değildir. Netice itibariyle Köy Enstitüleri aynı zamanda dönemin iktidarının propaganda malzemelerine dönüşüyor. Kısacası Köy Enstitüleri’ni “Politeknik” bir yöntemin uygulanış sahası olarak değil, resmi ideolojinin işlevsel birer mekanizmaları olarak değerlendiriyorum ben.