Esed rejimi ve müttefikleri sivillerin katlinden sistematik tecavüzlere kadar insanlık dışı pek çok suçu dünyanın gözü önünde işliyor. Türkiye sesini yükselterek, imkan yaratarak bu vahşeti durdurmaya çalışıyor. En son Rusya’yı ikna edip Doğu Halep’te sıkışıp kalan yüzbinlerce insanın tahliyesi için uğraşıyor. Lakin İran ve Esed ateşkesi defalarca ihlal etti, konvoylara saldırdı. Bu hırsın, vahşetin ve hiç değere sahip olmama halinin sebebi nedir? Zaten askeri olarak kazanılmış bir şehirde katliamla ne amaçlanmış olabilir?

 

Rusya çıkarları için Suriye’de savaşıyor, bu bölgeyi jeo-politik açından önemsiyor, sıcak denizlere inme arzusu, yeni Avrasyacılık strajesi vesaire. Çıkarları savaşı gerektirirse acımsızca savaşıyor, barışı gerektirirse de Halep’te olduğu gibi anlaşıyor. Ama İran ve emrindeki Şii milis ordusu öyle değil. Evet İran da bir yönüyle İslam öncesi sınırlarına geri dönmek, büyük Pers İmparatorluğu’nu kurma peşinde. Onun da jeo-politik hedefleri, ihtirasları var. Ama beş yıldır süren Suriye savaşında defalarca görüldüğü şekliyle adeta binbeş yüz yıl öncesinin intikamını almanın da peşinde.

İslam’a askeri ve siyasi olarak yenilmiş ve bir daha da belini doğrultamamış Sasani aklı Şiilik görüntüsü altına yeniden tezahür ederek meydan okuyor. Irak’tan Suriye’ye, Lübnan’dan Yemen’e buralar benim diyor. Şiilik bir nevi teo-politik bir maske. Kitleleri mobilize etmek için bir araç. “Ya Ali ya Hüseyin” diyerek katliam yaptırma aracı. Şimdi gözler Halep’te olduğundan bu katliamlar daha fazla dikkat çekti ama Irak’ta yıllardır aynı zulüm yaşanıyor. Nihayetinde Şii milisler simbiyotik kardeşleri DEAŞ’ı var edecek sosyolojik bir atmosfer yarattılar Irak’ta.

       İNSANLIK SUÇU İŞLENDİ

Halep’te tam anlamıyla bir vahşet yaşandı, yaşanıyor. Suriye’nin en büyük kentlerinden biri Halep, milyonlarca insanın yaşadığı bir tarih mirası. Ama ne yazık ki rejim ve müttefikleri uluslararası konjonktürden, dünyanın Suriyeli muhalifleri yalnız bırakmasından yararlanarak kenti adım adım kuşattılar, scorched earth denilen “yakıp yıkma” stratejisiyle muhaliflerin kontrol ettiği bölgeleri varil bombalarıyla, ağır silahlarla insansızlaştırmaya çalıştılar. Hastaneler, okullar, pazar yerleri, camiler, fırınlar, sivil savunma merkezleri hedef alındı. Yaşama dair her şey yok edilmeye çalışıldı. İnsanlar açlıkla, susuzlukla yok edilmek istendi. Çoğu çocuk ve kadın on binlerce insan hayatını kaybetti. Birçok kez klor gazı ve kimyasal silahların kullanıldığına dair güçlü emareler ortaya çıktı. Hepimizin gözü önünde Halep’te savaş suçları, insanlığa karşı suçlar işlendi. Bazı Haleplilerin ailelerinin kirletilmesini önleyebilmek için alimlerden ölüm fetvası istemesi şok ediciydi. Suriye sathında rejim ve destekçilerinin halkı yıldırabilmek için tecavüzü silaha dönüştürdüklerine yönelik birçok rapor bulunmakta.

Can Acun'un tespitlerine benzer bir tespit de Star yazarı Ardan Zentürk'ten gedi.

          MEZHEP SAVAŞI YOK, “ACEM FAŞİZMİ” VAR!.,

           Küresel güçler, Tahran’da kontrol altına aldıkları bir kadro üzerinden önümüze Sünni-Şii savaşını koymaya çalışıyorlar, mutfağa bakıyoruz, İran halklarının bırakın ortak olmayı, direnmeye çalıştığı karanlık bir faşizmin kanlı yüzüyle karşılaşıyoruz.

“Acem faşizmi”ni de göğüsleriz...

          Günümüzde “Karabağ çetesi” olarak Ermenistan’daki faşist hareketin Azerbaycan’a dönük saldırılarını nasıl durduğumuzu, bugünkü ateşkes ortamına nasıl vardığımızı ve Azerbaycan ordusunu güçlendirerek Ermeni faşist hareketinin hayallerine nasıl set çektiğimizi uzun anlatmama gerek yok, Türkiye’ye sataşan faşistin gideceği yer belli zaten.

         Şimdi meselemiz, yayılmacı faşist hareketini din/mezhep kisvesi altında saklamaya Tahran’daki kadroyla... Ortadoğu’da işimizin biraz zor olduğunu kabul etmeliyiz, elimizi nereye atsak karşımıza bir faşist çıkıyor!

         Türk demokrasisi, Sünni coğrafyayı zemin edinme amaçlı DEAŞ faşizmi ile açık bir savaş halinde. Yalnız ülkemizi değil, öncelikli olarak Müslümanları ve dünyayı kurtarmaya çabalıyoruz.

         PKK-PYD faşizmine karşı sınırlarımızın içindeki ve dışındaki Kürtler başta, tüm bölge halklarını koruma savaşındayız.

        Baas,  pan-Arab, ırkçı kimlikli nasyonal-sosyalist bir harekettir, zaten yaptıklarından belli, yıllardır Arap Nazizmi’yle mücadele ediyoruz. Nazi hareketin ortak özelliği “ötekine” daima “nihai çözüm” uygulamasıdır. Saddam’ın Kürtler’e, Esed’in Sünnilere kimyasal silah kullanması asla tesadüf değildir.

       Tesadüf olmayan bir başka nokta, Tahran’daki “Acem faşizmini” mezhep bayrağına sokmaya çalışan kadronun Baas’la ittifakıdır! Esed Hitler’se, Ruhani de Mussoloni’den başka bi’şey değildir.

Durum bu. Mezhep savaşı haline dönüştürülmek istenen  Siyasi bir savaş var. Türk demokrasisi ile çok parçalı faşist ittifak arasında...