Adamın biri berbere giderek; “Bıyıklarımdaki şu beyaz kılları ayıkla” demiş. Berber, bıyıklarındaki beyaz kılların siyahtan daha çok olduğunu görünce önce sakalını makasla keserek eline vermiş ve;

“Artık bunu sen ayıkla, benim işim var” demiş. Yani sen dalı, budağı bırak da asıl kök için ağla. Buraya döneceğim ancak ondan önce şu hadisenin fotoğrafını ortaya koyalım.

İstanbul’da bir devlet okulunda öğrenci olan 10 yaşındaki Atakan, Aristo ve Platon’dan, J.J. Rouseou’ya, Spinoza’dan, Kayı serisine, Homeros’tan Zerdüşt’e kadar bir yığın kitap okumuş.

Ne de güzel yapmış.

Ne var ki sırf bu kitapları okudu diye günlerce işitmediği azar, yemediği hakaret, duymadığı nasihat kalmadı. Dalga geçenleri saymıyorum bile.

Marstan dünyaya inen bir uzaylı gibi yaklaştılar çocuğa. Normal olmadığından tutun, ukala, kibirli, ruh hastası, ucube bir yaratıkmış gibi sosyal medyada alay konusu edildi.

Anlayacağınız, koskoca siyasetçilerin, bürokratların, teşkilat başkanlarının kibirlerine iki çift laf edemeyenler, 10 yaşındaki çocuğu pek kibirli buldular.

Kimileri ateizme kayacağı endişesiyle hafız olmasını tavsiye ederken kimileri de sapkınlığa doğru yol alacağını ifade ederek endişelerini dile getirdi.

Bir kısmı da dış mihraklar tarafından kurgulanmış küresel bir proje olduğunu dillendirdi.

Gülmeyin ama ileride cumhurbaşkanı olacağını ifade etmesiyle birlikte herhalde “Erdoğan’ın makamında gözü var” diye düşünen troller tarafından siyasi tweetler bile atıldı.

Hızını alamayan yetişkinler bu sefer de psikiyatr rolünü üstelenerek; “Vah vah, çocukluğunu yaşayamıyor, oysa oyun oynaması gerekirdi” türünden tavsiyelerde bulundu.

Kısacası geçmişte 3-4 yaşında hafız olan ve ilim tahsil eden İslam âlimlerini yüceltenler nedense 10 yaşında felsefe okuyan Atakan’a bunu yakıştıramadı.

Çünkü Atakan felsefe okuyor. Belli ki düşünecek. Düşünen adamı sevmiyorlar ülkede. Düşünecekse bile kendileri gibi düşünmeli. Yoksa çocuk da olsan yandın.

Oysa mesele biraz farklı;

Bu çocuğu 10 yaşına kadar keşfedemeyen ve sistem olarak da tarihi bir hayli geçmişe dayanan okullara mı yanalım yoksa bu okulların ürünü olan ve cahil bırakılan insanların tepkisine mi?

Atakan, imalat hatası bir ürün olarak boy gösterdiğinde sözüm ona normal ve sağlıklı olanlar tarafından pek de iyi karşılanmadı.

Çünkü Atakan, milli eğitim sistemine rağmen kendini yetiştirebilmiş bir öğrenci.

Okula göre bu çocuğun en büyük eksiği, muhtemelen yaptığı devamsızlıklar ve bazı derslerden aldığı düşük notlar ve belki de kılık kıyafeti…

Eğer okulda, tek tip üniforma ile bahçede asker gibi hizaya girip, öğretmen geldiğinde de ayağa kalkarak onun “günaydın” selamına hep bir ağızdan “sağ ol” şeklinde cevap vererek azami derecede disiplinli ve itaatkâr bir öğrenci olursanız, başarılı, efendi ve çok iyi bir öğrenci olarak makbul görünüyorsunuz.

Çünkü okul, itaatkâr, uysal, disiplinli ve resmi ideolojiye uygun bir kafaya sahip öğrencileri sever.

Atakan ise ülkedeki en büyük eksikliğin düşünce ve tarih bilinci olduğunu ifade ederek okullara felsefe ve tarih dersinin konulmasını talep ediyor.

En önemlisi de; “Okuldan önce ayrıca bir ahlak, terbiye ve saygı eğitimi verilmesi gerekiyor” diyor. Günlerce kendisiyle dalga geçen ve aşağılayan insanları düşünecek olursak pek de haksız sayılmaz.

Atakan’ın 10 yaşında bir çocuk olduğu gerçeğini kabul ettikten sonra -medyanın da kışkırtmasıyla- bazı olumsuz tavırlar içerisinde bulunabileceğini ya da hata yapabileceğini hatta düşüncelerinde gelgitler yasabileceğini unutmayalım.

Medya bu çocuktan bir canavar yaratma gayreti içerisinde olacağına onu emin ellerde ülkeye faydalı olması noktasında teşvik etmelidir.

Nitekim bu konuda en sağlıklı açıklama, işin ehli olan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’tan geldi. Ve ben de bir nebze olsun rahatladım.

Yazımın en başındaki hikâyeye dönecek olursak; henüz kimseden, yetenekleri körelten eğitim sistemine yönelik bir eleştiri gelmedi. Ülkede okuyan, çizen, idealleri olan çok zeki öğlencilerimiz var. Atakan da dâhil hepsi bizim evlatlarımız. İyi ki varlar.

Bu çocuklar milli eğitim sistemine rağmen ortaya çıkıyorlar. Oysa eğitimin birinci vazifesi; bireyin yeteneklerini keşfetmek değil miydi?