- *Okul öncesi zorunluğu eğitime geçilecek
- *Müfredatlar sadeleştirilecek ve hafifletilecek…
- *Ders saatleri azaltılacak. Önemli (!) derslerin yoğunluğu arttırılacak…
- *sınıflar dil ağırlıklı olacak ve sadece iki ders görülecek…
- *2019 yılından itibaren tam gün eğitime geçmemiş okul kalmayacak. Tüm okullarda sabah 8 – akşam 4 eğitim olacak.
- *Eğitim Fakültelerine taban puan konulacak, bu fakültelerde okuyan öğrencilere burs ve barınma imkânı tanınacak…
- *Eğitim akademisi ve performans sistemi uygulamasına geçilerek öğretmenlerin kalitesi arttırılacak…
Yukarıdaki başlıklar son günlerde haber merkezlerinde manşetler halinde uçuşuyor. Daha biri manşetten düşmeden diğeri gelip onu tahtından indiriyor. Sanki eğitimde büyük bir dönüşüm varmış, her şey çok yakında yoluna girecekmiş gibi açıklamalar beyanatları, yorumlar yeni sorunları kovalıyor.
Eğitim tarihini biraz kurcalayan, batı eğitim tarihini Cumhuriyet dönemi eğitim tarihiyle biraz sentezleyebilen herkes yukarıdaki haberlerin ne anlama geldiğini anlıyor. Ez cümle eğitimde hedeflenen dönüşüm, aslında bir kısır döngüden ibarettir. Odasında eski bir çekyattan başka bir eşyası olmayanın çekyatını bir o duvara, bir bu duvara yaslayıp iç mimarlık yaptığını zannetmesi gibidir.
Eğitimde dönüşme ve ilerleme söylemlerinin temelinde “daha ahlaklı bir nesil” sloganı olmasa bu söylemler daha tutarlı olurdu. Zira bu haberlerin hiçbiri gençlerimizin daha ahlaklı olmasına yol açmıyor. Yol açmaz demedim, yol açmıyor dedim. Çünkü yol açmadığını defalarca gördük.
Bize lazım olan İngilizce ağırlıklı sınıf, tam gün eğitim, zorunlu okul öncesi falan değil. Bize okulda mutlu çocuklar lazım. Günlük hayatını kolaylaştıran bir müfredat lazım. Öğrenciyi daha çok düşündüren, daha çok okul dışına çıkartan, daha çok sosyalleştiren bir sistem lazım.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olup olmamasının tartışıldığı ve hükümetlerin ciddi anlamda köşeye sıkıştırıldığı bir sistem, şimdi bize zorla İngilizce dayatıyor. Beşinci sınıfların haftada 10 saatten fazla yabancı dil (ki büyük oranda İngilizce olacağı belli) öğrenmesi demek, “ben çocuğumun bu yaşta ve bu şekilde İngilizce öğrenmesini istemiyorum” diyen velilerin yok sayılması demek olacak. Hele ki öğretmen açığının hâlâ aşılamadığı gerçeği ortada dururken. İsteyenin din dersinden muaf olabildiği, fakat haftada 10 saat İngilizce’nin zorunlu olduğu bir sistem.
Yoğun yabancı dil eğitimini beşinci sınıf düzeyinde vermek ve sonraki yıllarda aynı yoğunlukta desteklememek şu anlama gelecektir: Çocuklar beşinci sınıfta 1001 işkence ile İngilizce öğren(emey)ecekler. Daha sonraki yıllarda da zaten öğrenemediklerini de unutacaklar. 1990’larda Anadolu Liselerinin ilk sınıflarında (şimdinin altıncı sınıfı) hazırlık programları vardı. Ancak onlar diğer sınıflarda da aynı yoğunlukla yabancı dil eğitimine devam ediyorlardı. Normal ortaokullarda bunu gerçekleştirmeyi ummak bana gerçekçi gelmiyor.
Müfredatların sadeleşmesi uzun süredir konuşulan bir konu. Yıllardır her yıl müfredat sadeleştiriliyor. Ancak bu sadeleşme (!) sürecinde haftalık ders saatlerinin 30’dan 35-40’lara çıktığı da bir gerçek. Yani sistem kâğıt üzerinde hafiflese de, öğrencinin sırtındaki çanta hep daha ağırlaştı. Sadeleşmeden beklentinin haftalık 25 saatlere düşmesi hâlâ hayal gibi. Zaten anlaşılan o ki bazı derslerin saati düşürülürken boşalan yere “daha önemli” dersler gelecek. Daha önemli dersler içinde herhalde Müzik, Beden Eğitimi gibi “gereksiz” dersler olmayacak. Zihni eğiten sanatın ve bedeni eğiten egzersizin etkin olmadığı bir okuldan nasıl bir “ahlaklı gençlik” çıkacağı da meçhul değil.
Bizim önerimiz, Matematik, İngilizce gibi “önemli” derslerin haftalık ders saatlerinin düşürüldüğü, onun yerine “Sanat”, “Spor”, Kültür” gibi “önemsiz” derslerinin içeriklerinin arttırıldığı bir eğitim sistemidir. Bu okullarda haftalık ders saati 25’i geçmez. Öğrenciyi tüm gün okula bağlamaz. Öğle yemeğini kantinden yemek zorunda bırakmaz. Ancak bu hayali kurarken, bu hayalin bir hayal olduğu gerçeğini de hayalimden hiç çıkartmıyorum. Allah hayallerimizi hayreylesin.