Salih Mirzabeyoğlu, “ çıldırtan yalnızlık” diyordu. “Beni kimse anlamıyor…” 2 metrekarelik “hücre yalnızlığı” değildi kastettiği. Ülkenin en kaliteli en cesur mütefekkirine 10 yıl boyunca işkence yaptılar bu ülkede. Mücadele ise mücadele, bedel ise işte bedel ödeme.
Sonuç; ilgisizlik, hissizlik… Hala öyle! Fakat onun yalnızlıktan kastı; düşüncelerinin anlaşılmaması idi. Bu cesur mütefekkir yalnızdı. Yalnız bırakıldı. DHKP-C’li soytarılar tahliye olurken Şehmus da “ çıldırtan yalnızlık” diyor.
Belediye, herifin telifinde indirime gitmiş “bedel ödedik, bizi harcamaya çalışıyorlar” diye ağlıyordu!
“Devlet benim”( L’etatc’estmoi) demişti Ondördüncü Louis. Bugün de küçük bir azınlık diyor bunu. Lakin her birinin devleti ayrı! Kimi oturduğu koltuğa devlet diyor, kiminin devleti para, kiminin köşe, kiminin ki şöhret. On bin şeye birden inanmak diyorlar buna.
Nevrotik bir patlama bu! Ruhsal bir enfeksiyon hali! Çok ciddi bir yozlaşma, paçozlaşma süreci. Herkesle uzlaşırım diyor adam, yeter ki kendime kurduğum şu küçük saltanat yıkılmasın. Oysa bugün yaşanan onca hadiseye rağmen “herkesle uzlaşırım, benim kimseyle bir sorunum olmaz” diyen adam ya korkaktır ya yavşak!
Evet, dedelerimizin bin yıl önce Malazgirt’te at sırtından attıkları ok, 15 Temmuz’da düşmanın kalbine saplanmıştı. Çünkü onlar düşmanı hep kalbinden vurdular. Bir ruhtan bahsediyorum. Toprağa, Hakk’a, adalete, ahlaka ve vicdana olan sadakatten dürüstlükten, netlikten bahsediyorum.
At sırtından indiğimiz gün bitti bunlar. Heyecanımız, umudumuz, aşkımız, davamız… Bugün peygamberin sünneti denildiğinde akla mercedes, villa ve güzel bir avrat geliyorsa bundandır…
Ruhu bedenlerinden çekilmiş et yığınlarına döndük. Önüne geleni ezmeye çalışan, dışlayan, yaygaracı, tetikçi çapsızlardan oluşan bir ordu kurduk kendimize… Yükü omuzlamanın külfetinden kaçmak için sığındıkları küçük kuytu köşelerinde vatan kurtaran sahte kahramanlarımız var artık. Salına salına, kibirle, gururla yürüyorlar.
Ama korkaklar, ezikler, net bir duruşları, düşünceleri yok. Yüzleri kabuk tutan bu korkakların artık savaşacak olanağı da kalmadı. Tıkındıkça heyecanları bitti, kazandıkça kudurdular. Artık karşımızda güdülerinin esiri olmuş kendi gölgesinden bile korkan kemik torbaları var.
Hani, Doğu ile Batı’nın, madde ile mananın birbirine çarptığı yerde düşürülmüş bir sancağın ve o sancağın temsil ettiği değerlerin hatırasına büyük bir saygı duyarak dövüşecektik. Ne oldu lan size?
Ciğeri beş para etmez dalkavukları TV’lere doldurup solucan belgeseli izletir gibi izlettiniz millete!15 yıldır hiçbir imkânın esirgenmediği kanallarınız, gazetelerinizde sayıları üç-beş taneyi geçmeyen kaliteli adam dışında kimse yok. Sendikalarınız iflas etti! Elin gâvuru çocuklarınızı masal kitaplarıyla, dövüyor, onların ruhlarını paramparça ediyor. Neden sesiniz çıkmıyor?
Rant için bu kadar omurgasızlaşabilen bir insan malzemesine sahip olmamız zaten işgalin de belânın da kendisi değil midir?
Kitap ile, iş ile, tırnak ile, diş ile, umut ile, sevda ile düş ile” gecesini gündüzüne katan bu ülkenin evlatlarına neden sahip çıkmıyorsunuz? Size hemen şurada 100 tane isim sayabilirim. Bir tanesinin bile yüzüne bakmadınız! Tüm kapıları kapattınız.
Donanımlı ve gayretli çalışanların atıl hale getirildiği, uzmanların kendine olan güvenlerinin heba edildiği “liyakat” ve “Hakk için çalışmak” gibi kutsal değerlerin bile bir kamuflaj olarak kullanıldığı aşağılık bir düzenek inşa ettiniz. İki kuruş daha fazla kazanayım diye! İsmet Özel’in ifadesiyle her hoşuna giden durum karşısında kuyruk sallayan it karakterli kirli bir ahlaki anlayışın esiri oldunuz.