Bu asil ve şanlı millet, kurtuluş savaşından beri belki de ilk kez bir düşmana karşı bir ve beraber olabildiğini gösterdi. Anadolu’ya kirli postallarıyla ayak basan Fransızlara, İngilizlere karşı nasıl ki elindeki baltayla, tırmıkla, keser sapıyla karşı koydu; 15 Temmuz gecesi de ansızın karşısına dikilen tanklara eline geçirdiği su şişesiyle, parke taşıyla dur dedi. Bu yönüyle 15 Temmuz gecesini ikinci kurtuluş destanı olarak saymak hiç de abartı olmayacak.
Ancak bu destansı direnişlerin ardından asıl zor ve sancılı süreçleri yaşadığımızı da unutmayalım. Canımızı ortaya koyup elde ettiğimiz özgürlüğümüzü daha sonra ali cengiz oyunları ve ingiliz kumpaslarıyla kaybettiğimizi hatırlayalım. Bu sebeple asıl birlik ve beraberliğimizi yaşatmak için asıl görev şimdi başlıyor.
Bu köşede siyasi analizler yapacak değilim. Benim işim olaylara eğitim zaviyesinden bakmak ve fikir geliştirmek. Dolayısıyla 15 Temmuz’un eğitim ve eğitimciler açısından ne ifade ettiğini konuşacağız.
Darbe kalkışmasında Avrupa’nın, Amerika’nın, İsrail’in parmağı olmadığını; en azından bıyık altından gülerek seyretmediklerini düşünenler yazının geri kalanını okuyarak vakit kaybetmesinler. Özellikle İngiliz diplomasisinin yapay düşmanları maşa gibi kullanıp kendini dost maskesiyle gizlemeyi çok iyi başardığını çok gördük. Mesela Kurtuluş savaşında asıl düşman İngiltere iken biz bugün hâlâ Yunan’ı baş düşman görüyoruz. Bugün Ortadoğu’yu asıl karıştıran ingilizlerken biz hep daeşi konuşuyoruz. Hem de ingilizlerle.
Biz eğitimciler için de asıl sorumluluk şimdi başlıyor. Lafı dümdük söylemenin zamanıdır. Özellikle son dönemde üzerimize ölü toprağı serpilmişçesine bir bıkkınlık içindeyiz. Öğrenciden, müfredattan, veliden şikayet etmekten, öğretmenler odasında onun bunun dedikodusunu yapmaktan, işten kaçmaktan vebalimizi unuttuk. Hele hele İHO ve İHL’lerdeki idareci ve öğretmenlerin hali içler acısıydı. Hasbelkader biraz gezen ve dert dinleyen biri olarak dolaştığım okullarda hep şikayet dinledim. Öğrencilerin ne kadar ahlaksız olduğu, velinin ne kadar ilgisiz olduğu, müfredatın ne kadar yetersiz olduğu… Ama bundan on yıl önce bugünkü imkanlar hayal bile edilemezdi. Bugünkü ataletimiz gösterdi ki 28 Şubat’tan bugüne biz çok yıpranmışız. İdeallerimizi, davamızı unutmuşuz. Dünyevileşmiş ve körelmişiz.
15 Temmuz biz eğitimciler için de bir silkinme vesilesidir. Eylül ayında ilk dersten itibaren çok daha özverili ve tankın paletlerinin önüne yatan bu millete layık birer öğretmen olalım. On kişi kalmış bir futbol takımında herkesin iki kişilik koşması gibi, biz öğretmenler de iki kat özverili çalışalım. Daha çok kitap okuyan, daha güler yüzlü, daha üretken ve daha “eğitimci” olalım. Çünkü bu aziz ve şerefli millet çok daha fazlasını hak ediyor.
Bunu yapamazsak Çanakkale ve Kurtuluş savaşı şehitlerinden sonra 15 Temmuz şehitleri de ahirette bizden davacı olacaklar. Bu vebale hazır mısınız?