MEB

Yusuf Tekin ve Millî Eğitimde paradigma değişimi

Abone Ol

Paradigma" kelimesi, bir işin özünü ve hangi değerler üzerine inşa edildiğini işaret eden bir kavramdır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde "Değerler dizisi" olarak açıklanır. Biz bunu kısaca; işin ruhu, binanın temel kolonları veya insanı ayakta tutan iskelet yapısı olarak betimleyebiliriz.

Uzun zamandır bu sayfada ve diğer ulusal yayınlarda eğitimde paradigma değişikliği olmadan başarıya ulaşılamayacağını dile getirdik. 28 Şubat platformu adına hazırladığımız Millî Eğitim Şûrası öneriler metninde de gözlemlerimizi maddeler halinde yazmıştık. Tüm bu yazılarımızın ortak vurgusu eğitimde öğretmenin önemi üzerineydi. Büyük İskender’in "Babam beni gökten yere indirdi. Hocam ise beni yerden göğe yükseltti.” dediği gibi bizim yükselmemizin yolunun da işinin ehli öğretmenlerden geçtiğini vurguladık.

Millî Eğitim Bakanımız Sayın Yusuf Tekin’in görevi devralmasının üzerinden yaklaşık üç ay geçti. Daha ilk açıklamasında öğretmen vurgusu yapması bir tesadüf değildi. Sayın Bakanın yeni görevine sıkı bir hazırlık yaptığı ve sistemli bir ajanda dahilinde hareket ettiği üç aylık sürede daha iyi anlaşıldı. Tekin’in gittiği her yerde eğitimde belirleyici unsur olarak öğretmenin önemini dile getirmesi ve pek çok şehirde düzenlenen “Öğretmenler Odası Buluşmaları” bu konudaki kararlılığını gösteriyor.

Eğitim sistemimizdeki sorunların kökünde kalıbımıza uymayan bir elbiseyi giymeye zorlanmış olmamız yatıyor. Her milletin kendi tarihine, kültürüne, ekonomik ve sosyal koşullarına uygun şekilde tasarladığı eğitim sistemi, bize gelince körü körüne taklit ile inşa edilmiş. Bu durum soğuk ve karlı bir bölgede yaşayan bir halka havadan uçaklarla mayo ve yazlık giysi atmaya benziyor. Hâlbuki bir milletin neye ihtiyacı varsa eğitimi de bunu içermelidir. Kendimize soralım: Millet olarak en çok neye ihtiyacımız var? İçinde bulunduğumuz ahlaki çöküşten, dünyevileşmeden, her türlü sığlıktan kurtulmanın yolu nedir? Bu soruların cevabı, bizim eğitim sistemimizin amacını da şekillendirecektir. Sayın Tekin’in yapmaya çalıştığı da budur.

Milletimizin genlerine işlemiş olan yaşam anlayışı “Töre-Kut-Hakan” üçgeninde şekillenmiştir. İslam’a girdikten sonra “İ'lâ-yı Kelimetullâh” idealine dönüşen bu yaşam anlayışı, her ortamda bir liderin etrafında toplanmayı esas alır. Bunun eğitimdeki karşılığı ise öğretmendir. Dolayısıyla eğitim sistemimiz, her biri lider olması gereken öğretmenlerimizin kalitesi kadardır. Nurettin Topçu bu durumu şöyle özetler: “Bizim bütün tarihimiz, muallimin yükseltildiği devirlerde şan ve şeref ile medeniyet ve ahlakın zirvelerine tırmanmış, muallimin alçaltıldığı devirlerde ise uçurumlara yuvarlanmıştır.”

Akademik camia bu konuyu epistemoloji ve aksiyoloji kavramları çerçevesinde ele alır. Eğitimin epistemolojisi, insanın eğitilmesi sürecinde öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini, bilgi ve becerileri kazanmada izlenecek yol ve yöntemin ne olması gerektiğini gösterir. Eğitimin aksiyolojisi ise eğitilende oluşturulmak istenen etik, estetik, kültürel, toplumsal ve siyasal değerlerin ne olduğu ve nasıl kazandırılması gerektiği üzerinde durur. Batı dünyası Sokratik eğitim modelinden sırasıyla Platoncu, Aristocu, Romacı, Hümanist, Doğalcı, Pozitivist, Pragmatist ve nihayet Varoluşçu anlayışa ulaşmıştır. Bugün itibarıyla da Batı dünyasında ve Batılı anlayışın etkin olduğu dünyanın büyük kısmında bu Varoluşçu-Pragmatist-Pozitivist eğitim anlayışı dayatılmaktadır. Maalesef bizde de bu model uygulanmaktadır. Demokratik olduğu iddiasıyla öğretmeni ve müfredatı ikinci plana alan bu yaklaşımın bizim genetik kodlarımızla uyuşması mümkün değildir.

Yukarıda da bahsettiğim gibi Batı’nın tarihi ve kültürel yolculuğu ile bizimki tamamen farklı güzergâhlarda ilerlemiştir. Dolayısıyla onlara tam oturan eğitim anlayışı, bizim kalıbımıza uymamakta ve bizi mağdur etmektedir. Bu konuda bizim kalkış noktamız Nebevi Metot ile birlikte Farabi, İbn-i Sina, Gazali üçlüsünün fikirleri üzerinden olmalıdır. İslam'ın altın çağını inşa eden bu isimler hem birer muallim hem de münevver idiler. Batı’nın da kendilerine örnek alıp kendi sistemlerini inşa ettikleri isimlerdi bunlar. Peki, biz neden kendi değerlerimize, kendi münevverlerimize kulak vermeyelim? Bizim kalıbımızı kendi terzilerimizden daha iyi kim bilebilir?

Sayın Yusuf Tekin’in öğretmen merkezli açıklamalarını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Millî Eğitim sistemimizdeki paradigma değişikliğinin öğretmen üzerinde yoğunlaşması, meselenin öze ve değerlere dönüş şeklinde okunmasına imkân sağlıyor. Bu manzara milletimizin üç asırdır hasretle beklediği köklü bir değişimin işaretidir. Üç asır önce düştüğümüz yerden yeniden kalkmak iradesidir. Atalarımızın dediği gibi; “At sahibine göre kişner.” Donanımlı, şuurlu, idealist, gayretli ve merhametli öğretmenler eliyle yetişecek nesiller tıpkı suyun içine konduğu kabın şeklini alması gibi yeni eğitim sisteminin ve öğretmenlerinin yansıması olacaktır. Yazımızı yine Topçu ile tamamlayalım: “Muallime değer verildiği, muallimin hürmet gördüğü ülkede insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin alçaltıldığı, mesleğinin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır ve şüphe yok ki bedbahttır.”

Yunus Emre Altuntaş https://www.dirilispostasi.com/