Yenilenen müfredata ilişkin beyanları dinledikçe aklıma hep bu iki kavram geliyor.
Demagoji sözlükte “bir kimsenin ya da topluluğun duygularını kamçılayarak, okşayarak, ona ya da onlara gerçekdışı şeyler söyleyerek onu ya da onları kendine çekmeye çalışma, halkavcılığı” olarak tanımlanmış. TDK’nın tanımı daha hoş: laf cambazlığı.
Kavram kargaşası, daha masum bir kavram fakat sorumluluk taşıyanlar söz konusu olduğunda toplum için maliyeti yüksek bir sorun olarak ele alınması gerekir. Bakın Murat Belge bizdeki “kavram kargaşası”nı nasıl açıklamış: “Bu ülkede ‘kavram kargaşası’ denen şeyin her zaman yaygın ve geçerli olması, şaşılacak bir durum olmasa gerek. Bunun ‘her daim geçerli’ olması için güçlü ve bilinçli bir çaba var. Bu çaba her şeyi yarım yamalak, olabilecek en yüzeysel biçimde öğrenmek yolunda, köklü bir alışkanlığa yöneliyor (ve ‘insan tembelliği’ gibi çok temel bir tavırdan yardım alıyor).” (Murat Belge, Radikal, 22 Aralık 2006).
Gelelim yeni müfredatın ne getirdiğine ilişkin açıklamalarda açık ya da örtülü olarak gündeme getirilen kavramlara. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın açıklamasında:
“Müfredatın sadece bilgiden oluşmaması aynı zamanda beceri, yeterlilik ve değerleri de içermesi gereklidir. Müfredat, öncelikle öğrencilerimizin yaşayacağı çağın gerektirdiği bilginin yanında beceri, yeterlilik ve değerleri kazandırmayı da amaçlıyor.”
Yeni müfredatın hazırlanmasında ya da daha doğru bir ifadeyle müfredatta yapılan geniş çaplı revizyonda görev alan ekibin bu kavramlar hakkında geniş bir bilgi ve birikime sahip olduğuna eminim. TTK Başkanı da bu konularda oldukça deneyimli ve yetkin bir uzmandır.
Müfredatta yapılan revizyonun dersler, konular ve kazanımlar detayında baktığımızda oldukça dikkatli ve titiz bir çalışma olduğunu inkar etmek kadirşinaslığa uymaz. Ne var ki yapılan bütün bu düzenlemeler Sayın Bakanın kullandığı kavramların uygulamaya yansımasına yeterli olmayacaktır. Zira Sayın Bakanın başka birçok açıklamasında da vurguladığı ezberci eğitimden beceri, yeterlilik ve değer odaklı eğitime geçiş, esasında 2004’te yapılan müfredat devriminin de çıkış noktasıydı. O halde, 10 yılı aşkın bir süredir uygulanmakta olan müfredat da aynı gayeyle getirildiğine göre, müfredattaki son revizyonun iddiası boşa çıkmaktadır. Ya da en azından şöyle bir beyan daha tutarlı olacaktır: “2004’te başlayan eğitimi ezbercilikten kurtarma çabamıza devam ediyoruz.”
Beceri, yeterlilik ve değer temelli bir eğitim modeline geçmek için bilmem hangi sınıfın hangi dersinin son ünitesine sergi, fuar, etkinlik kazanımları koymanın beceri temelli eğitime geçiş için yeterli olmadığını, bir akademisyen olarak değil, 12 yılı okulda öğretmenlikle geçmiş, yıllarca kitap yazma komisyonlarında çalışmış biri olarak açıkça söylemeliyim.
Gerekçesi çok basit: Bloom’un meşhur sınıflandırmasındaki altı aşama bilgi düzeyinden başlar, kavrama, uygulama, analiz ve sentezden sonra yaratıcılık düzeyine ulaşır. Her bir aşama için öğrenme öğretme süreci, eğitim ortamı, araç gereci, öğretmen ve derslik başına düşen öğrenci sayısı vb diğer eğitime etki eden unsurlar farklılaşır. Kabaca söylemek gerekirse eğitim sürecinin altıda biri, kavramayı da katarsanız -ki zorlamış oluruz- en fazla üçte biri halihazırdaki eğitim ortamlarında, haftalık ders programı yüküyle ve eğitim-öğretim yöntem ve teknikleriyle başarılabilir. Uygulamadan başlamak üzere diğer dört aşama için müfredatı yenilemekten çok daha fazlasını yapmak gerekir. En başta da her gün bir yenisi eklenen teorik dersleri ve böylece ders saatlerini azaltmak gerekir. Nitekim yapılan birçok araştırmada öğretmenlerimizin uyguladığı ölçme değerlendirme araçlarının baskın biçimde bilgi düzeyinde kaldığı, nadiren kavrama ve diğer üst aşamaları kapsadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Kargaşanın diğer bir boyutu (1) bilişsel, (2) duyuşsal ve (3) psikomotor öğrenme ile ilgili. Özünde yukarıda saydığımız altı aşama ile benzer detayı vurgulayan bu üç öğrenme düzeyi, Bakanın ifade ettiği bilgi, beceri/yeterlilik, değer (tutum) kavramlarına karşılık geliyor. Kabaca örneklemek gerekirse öğrenenin, bir öğrenme konusunu –mesela çay yapmak- (1) bilmesi, gereken (2) fiziksel beceriyi kazanması ve (3) konu hakkında bir değer yargısı geliştirmesi kastedilmektedir. Bu üç aşama gerçekleştiğinde öğrenmenin hakkıyla gerçekleştiği belirtilmektedir.
Büyük kavram kargaşası tam da burada gerçekleşmektedir. Duyuşsal alan (affective), yaygın olarak tutum (attitude) kelimesi ile de karşılanmaktadır. Bu kavram (tutum), geniş anlamda kişinin “değer”lerinin sosyal hayattaki yansımasıdır. Daha anlaşılır ifade etmek gerekirse, öğrenen farklı derslerde öğrendikleri ve yaptıklarıhakkında oluşturduğu/geliştirdiği değer hükümleriyle nerede, nasıl davranacağını, neyi savunup neyi reddedeceğini, neyi sevip neyden nefret edeceğini, kısaca davranış kodlarını (code of manners) inşa etmektedir. Bu da esasında öğrenmenin konusunun fiziki gerçeklik (olgular, varlıklar) olması gerektiği, değer hükümlerinin ise öğrenen tarafından yapılandırmacı bir yaklaşımla inşa edilmesi gerektiğine, başkalarının empoze edeceği değer hükümlerinin, kişinin zihinsel sürecinde oluşturduğu değer hükümleriyle uyuşmadığında, boşlukta kalacağına, görünür ya da görünmez baskı ile kabullendiğinde, fırsat bulduğunda reddedeceğine, reddetmek için hiç fırsat bulamazsa iki kişilikli bir birey olacağı gerçeğine bizi götürmektedir.
Hal böyle iken müfredatın sadece bilgi değil, beceri/yeterlilik ve değer (tutum) kazandırmaya odaklandığı beyanı tutarlı görünmemektedir. Ayrıca Sayın Bakan başka bir açıklamasında “yenilenen müfredatlarda değerler ve değer eğitiminin ana odağı oluşturduğunu, öğrencilere aktarılması hedeflenen adalet, dostluk, dürüstlük, öz denetim, sabır, saygı, sevgi, sorumluluk, vatanseverlik ve yardımseverlik gibi kök değerlerin müfredata eklendiğini” belirtmiştir. Bu açıklama da gösteriyor ki Sayın Bakan’ın bilgi, beceri/yeterlilik, değer olarak sıraladığı kavramlar ile “değer eğitimi odaklı” müfredat aynı duruma karşılık gelmemektedir. Yani, Bakanın bir açıklamasına göre yenilenen müfredatın bir dersin herhangi bir öğrenme alanındaki herhangi bir kazanımının bilgi, beceri/yeterlilik ve tutum (değer) düzeylerinde öğrenilmesini sağlamak amaçlı olduğu belirtilirken diğer bir açıklamasında çoğunluğu kültürel kodlarla açıklanabilen birtakım değerlerin edindirilmesini hedeflediği belirtilmektedir. Yenilenen müfredatı incelediğimizde de görülen en büyük değişikliğin ikinci kategorideki değişiklikler olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Bu durumun, demagoji ya da kavram kargaşası ile açıklanması elbette yeterli değildir. Bu bir siyasi tercihtir ve eğitim sistemleri siyasi tercihlere göre şekillenir. Tartışılması gereken, yeni yaklaşımın yine Sayın Bakan’ın ifade ettiği gibi “öğrencilerimizin yaşayacağı çağın gerektirdiği” bir düzenleme olup olmadığının ve eğer öyleyse uygulanabilirliğinin analiz edilmesidir.
Bu konuyu da sonraki yazılarımızda tartışmaya çalışalım.
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Hakan Karataş
09 Eylül 2017
Not: Bu yazı Uluslararası Öncü Eğitimciler Derneği tarafından hazırlanan Beyaz Tebeşir sayfasında yayınlanmıştır.