RÜYA GİBİ

Abone Ol

Öğretmenliğe başladığım ilk gün geliyor aklıma sıkça, şu aralar. İdareci odasında, başımdaki örtüyle nasıl bir muamele göreceğimi bekleyen zanlılar gibi… İçeri girenler, şöyle bir süzüyor beni. Kulağıma gelen rivayetler çınlıyor beynimde: “Okulun kapısından içeri alınmayan öğretmenler var” diye. Dua ediyorum hiç durmadan: “Allah’ım, beni insafsızların insafına terk etme”…

Derken müdür yardımcısı: “Törene iniyoruz, herhalde bu şekilde gelmeyeceksin” diyor, başımdaki örtüyü işaret ederek. “Hayır” diye yanıtlıyorum. “Buraya kadar geldiğime göre bazı şeyleri göze almışım.”

Neleri göze aldığımı bilse inanamaz oysaki. Mezun olduktan sonra geçen dört yıl boyunca başımı açmak ve görevimi yapmak arasında kaç kez gidip geldiğimi… On iki yaşımdan beri hayatımın bir parçası olan başörtüyü çıkarmanın, etimden bir parça koparmak kadar acı verdiğini… İnancımın gereğini yapmak için hayallerimden nasıl vazgeçtiğimi… Evde geçen dört yıl boyunca bütün duvarların nasıl üstüme geldiğini… Göreve başlama kararı aldığımda kendim de dahil kaç kişiye hesap verdiğimi… Bilemez.

Sessizce çözüyorum başımdaki örtüyü. Okulun bodrum katındaki tuvalet üzerime çöküyor sanki. Senelerce en tenha köşelerde başörtümü açıp kapatacağım sayısız günden biri sadece. Katılıyorum tören kalabalığına. Sanki herkes “ben”im “ben” olmadığımı biliyor da, bana bakıyor. Neşeyle sınıfının başında duran mutlu öğretmenler görüyorum. Ben kendi içimde kavgalı iken hangi çocuğa sevgiyle yaklaşabilirim, düşünüyorum.

Zordu, son yıllarda inanan kesimin üzerine “balyoz”larla gidilirken, başörtülü bir öğretmen olmak. Devletin üniversitelerden, meclisten, orduevinden, kamusal her alandan iteleyip geri çevirdiği insanlar kendilerinden bile şüphe eder olmuştu; “Büyük bir devrim peşindeydik de bizim mi haberimiz yoktu?” diye. Bu kadar tehlikeli görülecek ne yapmıştık da, milletin evlatlarından biri olarak kabul görmüyorduk?

Bugün o acı hatıralar geride kaldı. Tehlike çanları çalanların kendi yazdıkları senaryolarla bir milletin kaderine oynadığı oyun açığa çıktı. Okullara giren inançlı insanların hizmet etmekten başka amaçlarının olmadığı anlaşıldı. Ve ayaklar altına alınan itibarları yerden kaldırıldı.

Bir süredir başımdaki örtüyle giriyorum derslere. Okulda adım attığım ilk yer, lavabo değil öğretmenler odası oluyor. Aynaya bakınca gördüğüm yüze inanamıyorum, rüya gibi geliyor. Sabahları mutlu uyanıyorum, okula koşarak gidiyorum. Kendimi de, görevimi de, bu milleti de daha çok seviyorum.

Otuz yıl öncesinden kalma köhne yönetmelik değişene kadar alınan sivil itaatsizlik kararı, serbest kıyafet uygulaması kimbilir kaç insanı bağlarından kurtardı? Artık çocuklara bile uygulanmayan bir terbiye metodu olarak , giyeceği kıyafeti şekillendirilen nice öğretmen, özgürlüğün tadına vardı. Peki kim ne kaybetti, ne kazandı?

İnsan haklarından bahsedilen bir çağda en temel hakkını elde edenlerin, eğitime katacağı şevk, alacağı lezzet az kazanç mıdır? Kıyafetle ideolojik mesajlar veriliyorsa; örtünmeyenler, kravat takanlar, ütülü pantolon giyenler her sabah hangi mesajı taşıyorlardır üzerlerinde?

Girdiğim sınıflarda alkışla karşılandım ben. “Demek ki çocuklar ızdırabımı anlamış” dedim. “Hayırdır hocam, size dilediğiniz gibi giyinme izni mi verildi?” diye soranlara “Verilinceye kadar eylemdeyiz” dedim. Kimi “Arkanızdayız” diye atıldı, kimi “Biz de katılalım eyleme” dedi. Bir erkek öğrenci: “Ben de başörtüsü takarım gerekirse” deyince anladım ki; varmaya çalıştığımız nokta, bu milletin bizi beklediği yerdir.

Kendi milletine yabancı, hatta düşman bir zihniyetin kanımıza işlediği düzmece gerçeklerle, biz bir gün başörtülü derse girebilme umudunu kaybetmeye başlamıştık. Çok geç kalmış olsa da, sendikamızın attığı bu cesur adım sonsuz bir minnete değerdir. “Başörtüsü sorunu çözülsün, gerekirse biz üst üste kravat takarız” diyerek derdimizi dert edinen sendika yetkililerine, bu özgürlükten faydalanan tüm öğretmenler adına gönülden teşekkür ediyorum.

Farklı zihniyete mensup olanların da, hiç tatmadıkları bir tutsaklıktan kurtulmuş olmayı, bizlere fazla görmemelerini bekliyoruz. Eylemi başlatanın kimliğine bakmadan; hakkı teslim eden, özgürlüğe kol kanat geren bu harekete dahil olmalarını diliyoruz.

Hatice TOKDEMİR

Ajanskamu.com