Postmodern haz çağı, çarkları arasına aldığı ruhlarımızı esaretine perçinlemeye hızla devam ediyor. Ve bu iğrenç sefahat tıpkı virüs gibi yayılıyor. Gönülleri kurutuyor, kalpleri kokuşturuyor, ruhları çürütüyor... Popüler kültürün tefessüh etmiş hâlini bile bile, ışıltılı görünen yalancı vitrini karşısında; 'Muhakkak ki nefis, kötülüğü emreder'in bilincinde olan ve bu dünyaya gelmekten maksadın, yalnız Allah'ı bilmek/kulluk etmek olduğunu en iyi bilen müslümanlar olarak bile, serkeşçe akan debisi yüksek acımasız bir selin önüne kattığı çer-çöp gibiyiz. Küresel emperyalist vampir lobisinin, sömürmek üzere keşfettiği 'özel gün'ler ve 'moda' tezgahlarıyla, her türlü iletişim aracını ve tüm görsel iletişim imkanlarını da seferber ederek zihinleri/akılları köleleştirdiği ve nefs/haz esaretine prangaladığı gerçeğini bile bile; kalıcı huzur ve asıl mutluluğu, niçin Allah Azze ve Celle'nin emir ve yasaklarında aramayız/aramayı arzulamayız? Yerlerin ve göklerin Rabbine teslim olup tevekkül etmede gerçek saadeti bulacağımızın garantisi varken, ne diye kula kulluk yaparak dünyalık beklentiler sevdasına kapılırız?
Yoksa nimetlerin içinde garkolmak mı bizi mahveden? Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, gezdiğimiz bunca refahın kanaatsizliği ve şükürsüzlüğü mü acaba, bizi popüler kültürün cazibesine kapılıp ruhumuzu sarhoş eden. Hani köklü, derinliği olan, âli bir medeniyetin çocuklarıydık biz! Nasıl da evladın anasına çemkirdiği, babanın hanımına eşya kadar değer vermediği bir dünya kuruverdik. Birbirimizin kötülüğü için laf taşıyan, ara bozan, entrikalar içeren senaryoları yazıp uygulama sonucunda ortaya çıkan olumsuzluklardan şeytanî sevinçler çıkaran, güvenin, vefanın hatta samimi bir selamın bile nostaljik ânılar haline geldiği iğrenç bir uygarlık oluşturuverdik. Hani yetime sahip çıkanların, fitneye sebebiyet verecek her söz ve davranıştan, şeytandan kaçar gibi kaçanların, enaniyet ve kibirden, ateşten korkar gibi korkanların kurduğu bir medeniyetin çocuklarıydık?
Haram bulaşmasın diye bir çok şüpheliden uzak dururdu babalarımız, ticaretlerinde yemin etmez, hırs yapıp çok kazanma hastalığına kapılmadan malına makul kar oranları koyar ve bismillahla kazandığı üç kuruşun bereketiyle mutlu bir yaşam sürerdik. Annelerimiz, sokakta bişey yememize izin vermez, abdestsiz besmelesiz yemek yapmaz, namazımızı kılana dek söylenip dururdu. Babannelerimizin hikayeleriyle haramı helali, dedelerimizin anlatımlarıyla peygamberleri ve Allah'ın o peygamberlerin kavimlerine indirdiği rahmetleri ve gazapları öğrenmiş, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet eden salih bir kul olmanın bu dünyadaki en mühim özellik olduğunu idrak etmiştik. Ne oldu sahi bize?
Tüm dünyamız; daha çok para kazanma, daha fazla konfor, daha fazla lüks, daha fazla şan-şöhret... çerçevesine sıkışıp kaldı. Yani nefislerimizin prangalı köleleri, haz rejiminin mankurtları haline geldik. Birbirinin kuyusunu kazan, birbirini sırf menfaatini elde edemediği için, hasedlik için itibarsızlaştıran, menfaatine ulaşıp elde etmek için alkış tutan, el ovuşturarak 'efendim' çeken, kula kulluk eden, yaptığı iyiliği başa kakan, herkese ilan eden, insanların gizlisini araştıran, bunları yayan, menfaatine dokunana kadar haksızlığa sesi çıkmayan, rantı kesilince hakperest kesilip ortalığı ayağa kaldıran, dili başka kalbi başka, gülücüğü sahte, selamı çirkin kokan, en güzel arabaya binmek için can atan, en iyi makama gelmek için atmadığı takla kalmayan, en güzel evde oturmak için kredilere boğulup saldırmadığı para kaynağı kalmayan, rantları/menfaatleri kesilince fitnenin daniskasını hayata geçiren, Allah'ın rızası için yardım edin denildiğinde, binbir nazla vermemek için bahane üretenler mi olduk yoksa biz?
Çocuklarımıza dünyalık gelecek hazırlamak adına yapmadığımız fedakarlık kalmadı ama medeniyet değerlerimizden bir tanesini idrak ettirmeyi değerli bulmadık. Ebediyete kadar sürecek amel defteri açık kalacak salih ameller biriktirmeyi ihmal ettik. Hırsın, hasedin, kinin, nefretin, kıskançlığın, kanaatsizliğin, kendini her şeye layık görmenin, hadsizliğin pençesine nasıl düşüverdik biz sahi? Namaz kılarken bile, arkadaşına, amirine, memuruna, müşterisine, rakibine tuzak planlayan, sadaka verdiğini zannederken insanlardan içten içe övgü, takdir, karşılık bekleyen, kendine kıytırık bir paye verildiğinde yürüyüşü ve bakışı değişen, bi anda burnu havalarda gezen, kafası hep entrikaya çalıştığı için ve dünyaya/hadiselere şeytanî bizans oyunları penceresinden baktığı için, çevresindeki iyileri ve iyilikleri kaçıran, sözünün, davranışının, bakışının, sohbetinin, yardımının hiç bir anlamı/tadı/bereketi olmayanlar mı oluverdik? Toparlanmak lazım, Tevbe etmek lazım, Tefekkür etmek lazım, Muhasebe etmek lazım, Gözyaşı dökmek lazım,
Dua etmek lazım, Hem de ivedi! Hem içerde nefse direnerek, Hem dışarda postmodern popüler kültüre! Zaten eden buluyor. Dikkat edin çevrenize. Zerre kadar kötülük ya da bir âh hiç karşılıksız kalıyor mu? Hayır, kalmıyor.
EDEN BULUYOR! Bir mü'min olarak, Kur'ân ahlâkıyla ahlâklanmakla mükellef olduğumuzu, "hangimizin daha güzel/iyi bir iş yaptığını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan"a muhakkak döneceğimizin bilincini yeniden iç dünyamıza hâkim kılmamız lazım. Yalnız Allah'a sığınarak, ve Yalnız "O"nun rızası için irade beyan ederek, özel ve toplumsal hayatında nefsin her türlü kötülüğüne direnerek yürüyenler, gerçek kazananlarımız olacak. Sonsuzluğun Sahibi'ne ak alınla varabilme niyazıyla... Fî Emânillæh