MEB

MEB ders kitabında İslam Dünyası’ndaki bilim insanlarıyla ilgili yanlışlar

Millî Eğitim Bakanlığı’nın Beşinci Sınıf Fen Bilimleri Ders Kitabı’nda bilim insanlarına ilişkin verilen örneklerdeki hatalar ve doğrular…

Abone Ol

Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ne ilişkin yeni ders kitaplarını yayımladı. 9. sınıf Tarih dersinin hedefleri arasına da “Türk-İslam medeniyetinin temel referansları olan millî ve manevi değerlerin uygulamalı olarak verilmesi esas alınmıştır” ifadesi eklendi. Bütün sınıfların kitaplarında dinsel ögelerin ağır bastığı görülüyor. Bu da bilim eğitimine ilişkin birçok tartışmayı gündeme getirdi.

Bu yazıda Beşinci Sınıf Fen Bilimleri Ders Kitabı’nda yer alan bilim insanları köşelerinde, İslâm Dünyası’ndan da örnek bilim insanlarımızla ilgili kısa eklere ilişkin bazı yanlışları değerlendireceğim. Burada yer alan bilgilerin çoğunlukla yanlış olduğunu belirledim. Yanlış kaynaklardan maalesef olmayan bilgiler üretilmiş. Bizim de bunları düzeltmek ve uyarılarda bulunmak görevimizdir.

Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı’nın öğrencileri olarak pozitif bilimin öneminin ve bilim tarihinin doğru bir şekilde anlaşılması ve öğrenilmesi için uzun yıllardır emek harcıyoruz. Ama maalesef birçok yalan-yanlış bilgiler internette dolaşıyor ve bu bilgiler de ders kitaplarına giriyor. Zira bilim insanlarımıza ilişkin kitapta yer alan bilgiler “güncel ağdan alınmıştır” ifadesiyle eklenmiş. Bu yanlışlar konunun yanlış anlaşılması ve değerlendirilmesi bir yana, tarihsel gerçekleri tahrif eden bir durumu da beraberinde getiriyor.

Kitabın 1. cildinin 53. sayfasında Biruni, Fergani, Ali Kuşçu ve Cacabey hakkında bilgiler yer alıyor.

Biruni, Güneş’in hareketlerinden mevsimlerin ne zaman başladığını belirlemedi

Biruni hakkında şu ifadeler yer alıyor: “Güneş’in hareketlerinden mevsimlerin ne zaman başladı­ğını belirlemiştir. Dünya’nın çapını, bugünkü değere çok yakın bulmuştur.”

Güneş’in hareketlerinden mevsimlerin ne zaman başladığı Biruni’den çok önce belirlenmiştir. Eski Mısır ve Mezopotamya astronomları mevsimleri biliyorlardı. Bu bilgi Antik Yunan’a sonra da İslam dünyasına geçti. Nitekim mevsimlerin başlangıçlarıyla ilgili bir çalışmasında meşhur Yunanlı astronom Hipparkos, Güneş’in hareketini açıklayarak Yer Merkezli Kuram’ın matematiksel analizini kuran Batlamyus’u büyük ölçüde etkiledi.

Biruni, Dünya’nın çapını (aslında çevresini ve buradan çapını) evet ölçtü. Trigonometrik yöntemi kullandı. Ancak bulduğu değer bugünküne yakın değil, bugünkü değerden biraz daha büyüktür. Gerçekte 9. yüzyılda Müslüman coğrafyacılar ondan çok daha önce kutup yıldızını esas alarak Yer’in çevresini ölçmüşler, bu değer çok iyi olduğundan uzun süre Doğu ve Batı’da kullanılmıştır.

Şöyle yazılsa daha doğru olur: “Hem bir astronom hem bir kimyager hem de iyi bir eczacıdır. Yazmış olduğu astronomi kitabında trigonometriye yer vermiş ve trigonometrik fonksiyonları birer orantı olarak olduğuna dikkat çekmiştir. Kimya alanında cisimlerin özgül ağırlıklarının belirlenmesi amacıyla bir alet geliştirmiştir. Eczacılık alanında ise ilaçların daha çok hekimler tarafından geliştirilmesi gerektiğini söylemiştir.”

Fergani, Güneş’in kendi etrafındaki hareketini bulmadı

Fergani hakkında şu ifadeler yer alıyor: “Güneş’in hareket eden bir gök cismi olduğunu, bilim tarihinde ilk keşfeden bilgindir. Kendi devrine kadar gök cisimlerinin ha­reketi biliniyordu. Ancak Fergani, Güneş’in de kendi etrafında batıdan doğuya doğru döndüğünü ifade etmiştir.”

Güneş’in hareket eden bir gök cismi olduğu yine antik dönemden beri bilinir. Zira Güneş eski astronomiye göre Yer’in etrafında dönen bir gökcismidir. Fergani, Güneş’in kendi etrafındaki hareketini bulmamıştır. Bu bilgi de yanlıştır. Ayrıca “Kendi devrine kadar gök cisimlerinin ha­reketi biliniyordu” ifadesi de ne anlama geliyor belli değil. Bundan kasıt bir sonraki cümleyle bağlantılı ise gezegenlerin kendi çevresinde dönüşü müdür? Oysa modern döneme kadar Güneş, Ay ve gezegenlerin kendi etraflarındaki hareketleri bilinmiyordu. Güneş’in hareketi meselesi nereden geldi peki? Fergani’nin eserini Arapçadan ben çevirdim. Benim doktora tezimdi. Fergani bu eserinden Güneş’in apojesinin değişken olduğundan söz eder. Evet bu bilgi döneme göre yenidir. Apoje bir gezegenin Yer’e en uzak noktasıdır. Yani Fergani Güneş’in kendi ekseni etrafında hareketli olduğunu değil Yer’e olan en uzak noktasının hareketli olduğunu söyler. Sanıyorum bu kısmı okuyanlar Güneş’in eksen hareketi var biçiminde yanlış yorumlamışlar.

Şöyle yazılsa daha doğru olur: “Yazmış olduğu astronomi kitabıyla özellikle Batı’da tanınır. 12. Yüzyıldan sonra Batı’da astronominin yeniden canlanmasında büyük etkisi vardır. Ayrıca çalışmalarından meşhur şair Dante de etkilenmiş ve kitabında Yer’in çevresine ilişkin verdiği değer Kristof Kolomb tarafından atıf yapılarak kullanılmıştır.”

Ali Kuşçu, Güneş Merkezli Kuramı bulmadı, Ay’ın haritasını çıkarmadı

Ali Kuşçu hakkında şu ifadeler yer alıyor: “Gezegenlerin Güneş etrafında belirli yörüngelerde hare­ket ettiği fikrini ortaya atmıştır. Gezegenler arası uzaklıkla­rı hesaplayıp Ay’ın ilk haritasını çıkarmıştır. Bu çalışmala­rından dolayı Ay’ın bir bölgesine “Ali Kuşçu” adı verilmiştir.”

Gezegenlerin Güneş etrafında dolandığı fikrini, yani Güneş Merkezli Kuramı bulmuş! Hayır. Tam tersine tüm astronomi yazılarında Yer’i merkeze almıştır. Konuyla ilgili ilk tez benim tarafımdan hazırlandı; son dönemde ise birçok yazısı incelendi. Böyle bir bilgiye rastlanmadı.

Gezegen uzaklıkları konusuna gelince: O dönemlerde gezegen uzaklıkları hesaplanıyordu. Bu konuyu ilk defa meşhur Yunanlı astronom Aristarkos gündeme getirmiş ve geometrik yöntemlerle Yer-Güneş arasındaki mesafeyi belirlemeye çalışmıştır. Yöntem doğru da olsa bulduğu değerler yanlıştır. Sonrasında konu tekrar tekrar gündeme gelmiş ve onun yöntemi kullanarak İslam astronomları da gezegenlerin Yer’e uzaklıklarının belirlemeye çalışmışlardır. Ancak Yer’in evrenin merkezinde olduğu görüşüne göre hesaplar yapıldığından ve gerçekte gezegenler muazzam bir uzaklığa sahip olduklarından değerler günümüze yakın bile değildir. Sadece Ay, Güneş ve Merkür ve Venüs’ün uzaklıkları aşağı yukarı tutarlıdır. Hatta modern döneme kadar tüm yıldızların uzaklıklarının eşdeğer olduğu kabul edilmiş, yıldızların birbirlerinden farklı uzaklıklarda olduğu ancak teleskopla yapılan gözlemlerden sonra anlaşılmıştır.

Teleskop olmadan hiçbir bilim insanının Ay’ın haritasını çıkartması da mümkün değildir. Böyle bir haritaya Ali Kuşçu’nun eserlerinde rastlanmamıştır.

Şöyle yazılsa daha doğru olur: “15. Yüzyılın en önemli bilim insanlarındandır. Osmanlı’da matematik ve astronomi bilimine olan ilgiyi arttırmıştır. Ay’ın ve Merkür’ün hareketlerini incelemiş ve bu gök cisimlerinin hareketlerini açıklamak için yeni yöntemler geliştirmiştir. Bu yöntemler Batı’da da etkili olmuş ve muhtemelen Güneş merkezli kuramın kurucusu Kopernik’i etkilemiştir.”

Caca Bey, bir gözlemevi değil bir medreseydi  

Caca Bey hakkında şu ifadeler yer alıyor: “Anadolu’da, kendi ismiyle bir medrese kurdurmuştur. Bura­da pek çok bilginin yetişmesine öncülük etmiştir. Astronomi­ye olan ilgisi sebebiyle bu medreseyi de bir astronomi okulu hâline getirmiştir. Medrese, bir gözlemevi olarak da kullanıl­mış ve burada gök cisimlerinin gözlemleri yapılmıştır.”

Caca Bey Medresesi 1272 yılında Gıyasüddin Keyhüsrev b. Kılış Arslan zamanında Kırşehir valisi Nureddin Cibril b. Caca tarafından yaptırılmıştır. Mimari tarzı dikkate değer olan bu medresenin bir astronomi medresesi hatta bir gözlemevi olduğu söylenmektedir. Sayılı ve Ruben konuyla ilgi bir araştırma yapmışlar ve bu araştırmayı yayımlamışlardır. Ancak kesin bir sonuca varamamışlardır.

Caca Bey bir gözlemevi değil bir medresedir. Burada astronomi dersleri okutulmuş, ama astronomik gözlemler yapılmamıştır. Buna dair bir kayıt, kullanılan aletlere ilişkin bir detay da yoktur. Medresenin ortasında bir gözlem kuyusu olduğu söylenmektedir. Ancak bu da tartışmalıdır. Sayılı ve Ruben’e bulgularına göre bu kuyu, üst çapı 180 cm, alt çapı 260 cm olan 6 – 7,5 metre derinliğindeki bir kuyudur. Söylendiğine göre bu kuyunun dibinde su vardır ve gökyüzünden gelen gökcisimlerinin ışınları buraya yansıyarak gözlem yapılmaktadır. Sayılı ve Ruben suyun olabileceğine dair işaretler de bulmuşlardır. Ancak kuyunun derinliği dikkate alındığında 180 derecelik bir ufuk çemberinin kuyunun içindeki suya yansımayacağı açıktır. Dolayısıyla kuyu bu tür bir gözlem için hiç pratik değildir. Buna karşın bazı İslam rasathanelerindeki araçlar incelendiğinde rasatların bu şekilde değil de içine gözlemcilerin girerek gözlem yaptığını söyleyebiliriz. Nitekim bu şekilde kullanılan bir aracı 11. yüzyılda İbn Sina’nın kurduğu Hameden Gözlemevi’nde, 13. yüzyılda Nasirrüddin Tusi’nin kurduğu Merâgâ Gözlemevi’nde ve 1575 yılında Takiyüddin tarafından kurulan İstanbul Gözlemevi’nde görmekteyiz. Zaten gökyüzünün mükemmel göründüğü bir zamanda (ışık kirliliğinin olmadığı zamanlar) gökyüzüne bakmak yerine niçin kuyuya baksınlar?

Anadolu’da birçok medresede astronomi okutulmuş, bazı küçük gözlem araçlarıyla gün gece uzunlukları gibi ölçümler yapılmıştır. Ama rasathaneler gezegenlere ilişkin ölçümler ve matematiksel ölçümlerin yapıldığı ve bunların kaydedildiği yapılardır. Caca Bey medresesinde bu aletlere ilişkin yeterli bilgi olmadığı gibi kayıtlar yani “zic” adını verdiğimiz astronomik tablolar da bulunmamaktadır. Ola ki gelecekte bulunur biz de fikrimizi değiştiririz. Binanın duvarındaki kabartmalar da sadece süstür. Astronomik bir değeri yoktur.

Hezarfen Ahmed Çelebi’nin yaşayıp yaşamadığı bile belli değil

Kitabın 1. cildinin 97. sayfasında Hezarfen Ahmed Çelebi hakkında bilgi verilmiş: Oysa Hezarfen Ahmed Çelebi’nin yaşayıp yaşamadığı ve uçma deneyleri yaptığı tartışmalıdır. Yaşadığına ilişkin bir kayıt yoktur. Efsanevi bir kişiliktir. Sadece Evliya Çelebi’de geçer. Osmanlıca yazılmış bilim insanlarını tanıtan birçok eser vardır. Ancak hiçbirinde adı geçmez. Yaşadığı kanıtlanırsa bilim tarihinde bir keşif yapılır. Ancak henüz yaşayıp yaşamadığı bilinmezken böyle bir bilgiyi öğrencilere vermek hatadır. Konu akademik olarak tartışılabilir. Ancak akademik çevreler bile konuya dair net bir bilgi veremezken ortaokul öğrencilerine konunun doğruymuş gibi aktarılması yanlıştır. Ayrıca Wikipedia gibi bir kaynakta Hezarfen Ahmed Çelebi’nin doğum ve ölüm tarihleri verilmiş. Neye dayanarak bu bilgi verilmiş bilmiyorum.

Akşemseddin’in mikrobu bulması imkânsızdı

Kitabın 1. cildinin 143. sayfasında Akşemseddin hakkında bilgi verilmiş. Şöyle denilmiş: “Akşeyh olarak da bilinir. Mikrobu keşfedip bilim dünyasına tanıtmıştır. Tıp alanına sunduğu katkılarla birçok hastalığın ve ilacın keşfine kapı açmıştır.”

Henüz mikroskopun olmadığı bir dönemde Akşemseddin’in mikrobu bulması imkânsızdır. Onun en önemli eseri, Madde el-Hayât’tır.Bütün hastalıkların bitki ve hayvanlarda olduğu gibi, gözle görünmeyen tohumları olduğunu ileri sürmüş, bu nedene bazı tıp tarihçileri tarafından “henüz mikroskobun bulunmadığı bir zamanda mikrop fikrini ima etmiştir” şeklinde yorumlar yapmıştır. Ancak mikrobu ima etmesi mikrobu bulduğu anlamına gelmez. Madde el-Hayât’ta hastalıkların tohumlardan geçtiği ifadesi yer alır. Akşemseddin’in buna dair sözleri şöyledir: “…cümle marazın suret-i neviyesi hasebiyle nebat ve hayvanlarda olduğu gibi asılları ve tohumları vardır, ot tohumu ve ot kökü gibi… ve babadan anadan irs ile intikal eden marazlardan bazı ki nikris ve cüzam ve bunlar gâhice yedi yıldan sonra yine zuhur eder. Mekûl ve meşruptan hâsıl olan marazların tohumu tez bitüp büyür.” Ne var ki mikroskobun olmadığı bir dönemde bu imanın mikrop olduğunu söylemek de olanaksızdır.

Onun sadece “tohum” ifadesinden mikrop düşüncesi hele hele mikrobu keşfetti biçiminde bir varsayım kurmak büyük bir hatadır. Olsa olsa mikrop düşüncesinin gelişiminde iması ve katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik “tohum” düşüncesi yeni bir kavram değildir ve Antik Yunan’a kadar giden bir kavramdır. Anaksagoras (M.Ö. 6. yüzyıl) ve Aristoteles’te (M.Ö. 384-322) tohum düşüncesi yer almaktadır. Adıvar bu sözlerin Paracelsus’a ait olduğunu ve yanlışlıkla Akşemseddin’e mal edildiğini söyler.

Genel olarak biyoloji tarihi incelendiğinde mikrobun keşfinin mikroskopla yapılan sistematik gözlemler ve deneyler sonucunda gerçekleştiği ve bu sayede mikroorganizmaları gözlendiği ve kanıtlandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mikroskop bulunmadan önce hastalıkların canlı varlıklar veya tohumlarla bulaştığı düşüncesi sistematik gözlemlere ve deneylere dayanmakta mıdır? Bu türde düşünceler eski Hint’te, Antik Yunan’da ve İslâm dünyasında da yer almaktadır. Bu durumda zaten bu görüşün ilk defa Akşemseddin’de ortaya çıktığını savunamayız. Ancak bu düşüncelerdeki en büyükeksiklik kanıtın olmayışıdır. Yani bu düşünceler deneye veya gözleme dayanmazlar, dolayısıyla da bilimsel değil daha çok metafizik kökenlidir. Söz konusu canlılar veya tohumlar ne türden canlılardır veya gözlemlenebilmiş midir? Mikroskobun olmadığı bir dönemde bunun olamayacağı açıktır.

Çeşitli kaynaklar bu görüşe ihtiyatlı yaklaşırlar ve konuyu mütevazi bir şekilde ele alarak mikrop imasından söz ederler. Bu kaynakların referans gösterilip doğrudan Akşemseddin’in mikrobu bulduğunun kanıtlandığı iddiası da bilimin tarihsel gelişimi ve yöntemi açısından da bir hatadır.

Akşemseddin yerine bence Şerefeddin Sabuncuoğlu yazılsa daha iyi olur. Sabuncuoğlu hem iyi bir hekim hem de iyi bir tıp tatbikatçısıdır. Ameliyatlarda kullanılan araçları tanımlamış, resimlerle nasıl hastaya tatbik edileceğini göstermiştir. Son yapılan araştırmalar onun bazı önemli hastalıklara ilişkin bilgiler verdiğini göstermektedir.

Kindi, ışınların düz çizgi şeklinde yayıldığını keşfetmedi

Kitabın 2. cildinin 47. sayfasında Kindi hakkında bilgi verilmiş: “Yakup bin İshak adıyla da bilinir. Gölge-ışık ilişkisini incelemiş ve bu konuda deneyler yapmıştır. Yaptığı deney ve gözlemler­den hareketle ışınların düz çizgi hâlinde yayıldığını keşfetmiştir.”

Kindi gerçekten de optik konusunda tarihte öneme sahiptir. Ancak ışık ışınlarının düz çizgi halinde yayıldığı Öklid’den beri bilinmektedir.

Şöyle yazılsa daha doğru olur: “Yakup bin İshak adıyla da bilinir. Gölge-ışık ilişkisini incelemiş ve bu konuda deneyler yapmıştır. Optik konusunda yapmış olduğu çalışmalarla 12. yüzyıldan sonra Batı’da bu alandaki çalışmaları etkilemiştir.”

Bence buraya öncelikle Takiyüddin eklenmelidir ki 16. yüzyılın batı da dâhil en önemli astronomudur. Gıyaseddin Kaşi’nin dünyada ilk defa önerdiği ondalık kesirleri Takiyüddin batıdan birkaç sene önce (Batıda ondalık sistemi tanıtan Simon Steven’dır) sunan astronomi ve trigonometriye uyarlamıştır. Ayrıca Takiyüddin 1575 yılında dünya çapında önemli bir gözlemevini, İstanbul Gözlemevi’ni kurmuştur. Maalesef bu rasathane 1580 yılında gök yüzünün gözlemlenmesinin uğursuzluk getirdiğine olan inanç nedeniyle yıktırılmıştır. Takiyüddin ayrıca muhtemelen teleskop da yapmıştır.

Bu bilgiler benim de içinde olduğum çalışma arkadaşlarım tarafından bulunmuş ve batı kaynaklarınca da kabul edilmiştir. Görüldüğü gibi yanlış bilgilerin yerine doğruları koyunca bu bilim insanlarının gerçekte ne kadar büyük ve önemli olduğu anlaşılmaktadır. Bilgi zamanla gelişir ve değişir, onlardan zamanımızın bilgisini bekleyemeyiz.

Kaynakça

Aydın Sayılı ve Walter Ruben, “Türk Tarih Kurumu Adına Kırşehir’de Cacabey Medresesinde Yapılan Araştırmanın İlk Kısa Raporu”, Belleten, XI (43), Ankara 1946, s. 673-681.

El-Fergânî, The Elements of Astronomy, Textual Analysis, Translation, Critical Edition & Facsimile by Yavuz Unat, Edited by Şinasi and Gönül Alpay Tekin, Harvard University, Harvard 1998.

Yavuz Unat, Seyyid Ali Paşa, Miratü’l-Alem (Evrenin Aynası), Ali Kuşçu’nun Fethiyye Adlı Eserinin Çevirisi, Kültür Bakanlığı Yayınları: 2696, Kültür Eserleri Dizisi: 314, Ankara 2001.

Yavuz Unat, Ali Kuşçu, Çağını Aşan Bilim İnsanı, Bilimin Türk-İslam Kaynakları-6, Kaynak Yayınları, İstanbul 2009.

Sevim Tekeli, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin Gazi Topdemir, Yavuz Unat,Ayten Aydın Koç ve İnan Kalaycıoğulları, Bilim Tarihine Giriş, On Birinci Baskı, Nobel, Ankara 2020.

Yavuz Unat, “Cacabey Bir Gözlemevi mi?”, Bilim ve Ütopya, Sayı 291, 2018.

Yavuz Unat, “Mikrop Kuramı ve Akşemseddin”, Bilim ve Ütopya, Sayı: 295, Ocak 2019, s. 54-58.

Yavuz UNAT / Gazete Bilim