Bir kurumun en önemli unsuru insan. Özel sektörde faaliyetlerine devam eden, özellikle uluslararası köklü firmalar kriz dönemlerinde, iflas, yapısal problemler vb. zor durumlarla karşılaşınca ve bir kısmı da bahsi geçen problemler nedeni ile piyasadan çekilmek zorunda kalınca geçte olsa bu durumun farkına vardılar ve insan kaynaklarına farklı bir gözle bakmaya başladılar.
İster kamu, ister özel sektör kuruluşu olsun insana yatırım yapmamasının ve uygun insanlarla çalışmamasının bedelini er geç ödeyecektir. Bir firmanın tekniklerini, ürünlerini, teknolojisini taklit edebilirsiniz ama insan kaynağını taklit edemezsiniz. Farkı meydana getiren, eşrefi mahlukat olduğuna inandığımız, insandır. Kamu yapısı itibarı ile piyasayı etkileyen durumlara refleksi son derece zayıftır. Bu yüzdendir ki ülkemizde kamu kurumlarınca, şu ana kadar insan kaynaklarının yönetimi ile ilgili atılmış etkili bir adım göremedik.
Ülkemizde kamu kaynaklarının etkili ve verimli bir şekilde kullanılamadığı malum. En hoyratça heba edilen kaynak ise çalışanlar. Nedret kanunu, piyasa da az olanın değerleneceğini iddia eder. Ülkemizde de en bol kaynak insan kaynağı. Belki de bu yüzden değersiz görülüyor. Kızağa çekmek olarak tabir edilen kaynakta binlerce çalışan, üretmek verimli olmak, çalışmak istedikleri halde atıl bir vaziyette bekletiliyor.
Kamu kurum ve kuruluşları, kamuda işe alım yaparken veya kurum çalışanları terfi ettirilirken uyguladıkları yöntemlerden biri de sınav sistemine monte edilmiş mülakat sistemidir.
Merak ettiğim "mülakat komisyonlarında yer alanlar, niçin mülakat yaptıklarını biliyorlar mı, mülakat yapma teknikleri ile ilgili herhangi bir eğitim almışlar mıdır, aldıkları eğitim sonunda mülakat yapabilecek yeterlilikte olduklarına dair bir belgeleri var mıdır, mülakatlarda belirledikleri ölçütler güvenirlilik ve geçerlilik şartlarına uygun mudur vb." sorulara gerçekten kamu vicdanını rahatlatacak cevaplar verebilecekler midir ve kamu bu cevaplardan tatmin alabilecek midir?
Halkın bu hususlardaki taleplerinin dikkate alınması kurumlara olan güveni ve itibarı arttıracağı bir gerçek. Diğer yandan çalışanlar da hak etmedikleri makamlara atandıklarını düşündükleri yöneticilere karşı yapmacık bir saygı duyacakları ve olumsuz duygular besleyecekleri de meselenin başka bir boyutu. Kamu yöneticileri halkın taleplerine kulaklarını tıkamalarını anlayabiliriz ama siyasetin bu sorunu bir an önce çözmesi elzemdir. Çünkü kamu kurumlarındaki başarısızlığın bedelini tüm halk öder.
Kamu kurumlarındaki mülakatların bilgi ölçmek amacıyla yapılmadığı açık. Ancak mülakatlarda bilgi içeren sorular sorulmakta ve puanlama yapılmaktadır. (Sebebini bilemiyoruz. Herhalde açık uçlu soruları değerlendirmek daha zor. )
Ülkemizde yapılan mülakatlar çoğunlukla yapılandırılmış mülakatlardır. Yani önceden sorular ve sorulara verilecek cevaplar hazırlanmıştır. Mülakata girenlere sordukları sorular ise literatürde “kötü sorular” olarak adlandırılan tek doğru cevabı olan, ima eden, yanıtı belli olan, işle pek de alakalı olmayan sorulardır. Kısaca mülakatlar amacına hizmet edecek şekilde kurgulanmamıştır.
Mülakatı yapanların birçoğunun yapılandırılmış ve yapılandırılmamış mülakat arasındaki farkı ve mülakat tekniklerini dahi bilmedikleri, birçok mülakat hatası (Halo etkisi, dinleme tepkileri, kültürel ses, önyargılar vb.) yaptıkları, mülakat sonrası internet bloglarında yapılan yorumlardan anlayabiliyoruz.
Mülakat sistemimizi gözden geçirmek, mağduriyet algısının yıkılması, işin ehline verilmesi, toplumsal vicdanın rahatlaması için gereklidir.