İlle de bir şeyin yapılmasını istiyorsak, kendi doğrumuzdan başkasını gözümüz görmüyor.
Dayatmaya karşı olmayanımız yok gibi ama evde, işte, özelde, kamuda, sokakta, kahvede, parlamentoda ya da demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden herhangi bir yerde istişare edeni, eleştiriye hoşgörüyle bakanı ara ki bulasınız.
Karar almadan ya da kanun çıkartmadan önce değil de sonradan görüş alma alışkanlığımız var ve bundan asla vazgeçmiyoruz. En önemli düzenlemelerden bile iş işten geçtikten sonra haberdar oluyoruz. Bu yüzden de daha mürekkebi kurumadan değiştirilmeye başlanıyor ve ardı arkası kesilmiyor.
Örneğin müfredat programı son 20 yılda, 20 kez değişmiş. Örneğin öğretmenlerimize yönelik yasa ve yönetmelikler? Her defasında en iyisi bu deniliyor ama kalıcı olanı yok gibi.
Peki nerede hata yapıyoruz? Başkalarından beklediğimiz hoşgörüyü, toleransı, paylaşımı ve en önemlisi de istişare kültürünü önce kendimiz hayata geçiriyor olsak devamı gelecek ama “dayatma”yı seviyoruz.
Önce düşünüp sonra konuşsak, önce paylaşıp, geri dönüşler sonrasında karar versek, deneme yanılma yöntemleri yerine aklı ve bilimi esas alsak bugün yaşadığımız sıkıntı, gerginlik ve patinajların muhtemelen üçte ikisi hiç yaşanmayacak...
Neden kaldırıldı?
YÖK ikinci öğretimi kaldırdığını açıkladı. Zamanı çoktan gelmişti. Misyonunu çoktan tamamlamıştı. Keşke aynı durumda olan diğer kurum ve projeler de aynı şekilde kaldırılsa ya da revize edilse.
Örneğin bir “darbe yasası” olmanın ötesinde, bu kararı alan Üniversitelerarası Kurul ve YÖK de hepten kaldırılsa ya da günün koşullarına göre yeniden yapılandırılsa çok daha iyi olmaz mı?
Kurulduklarında 19 üniversite vardı. Öngörüler en fazla 50, 60 üniversite yönündeydi. Oysa şu an 200’ü aşkın üniversitemiz var ve bu elbise onlara dar geliyor! Daha da önemlisi artık bu yükün altından kalkamıyorlar...
İkinci öğretim, Köksal Toptan’ın Milli Eğitim Bakanlığı döneminde, üniversitelerdeki atıl kapasiteyi değerlendirmek ve acil ihtiyaç duyulan alanlara daha kısa süreçte donanımlı mezunlar yetiştirmek için kurulmuş ve hem yüzbinlerce gencimize umut ışığı hem de ihtiyaç duyulan alanlarda can simidi olmuştu.
Örneğin o zamanlar böyle yüzbinlerce öğretmen fazlamız yoktu ve diploması olan hemen herkes öğretmen olarak atanabiliyordu! Önce öğretmen açığı kapandı, sonra da diğer alanlara yönelindi.
İhtiyaçlar karşılığında ya da üniversite sayısı 100’ün üzerine çıktığında kapatılabilir ya da çalışanlar için kontenjanlar minimum düzeye indirilebilinirdi.
Kuruluş amacından uzaklaşıldı ve ötelene ötelene bugünlere gelindi…
Bazı eski rektörlerin ikinci öğretimde parayla diploma dağıtıldı, puanları dibe vurmuştu açıklamalarına bakınca, üniversitelerden nasıl kopuk olduklarına şaşırmamak elde değil.
İkinci öğretimden birinci öğretime geçmek hiç de kolay değildi, dahası ücretleri de normal öğrenim harcının sadece iki katıydı. Yani vakıf üniversiteleri gibi uçuk, kaçık bir ücret hiç söz konusu olmadı.
Üniversite önünde milyonlarca genç beklerken, pek çok alanda yetişmiş insan gücüne ihtiyaç varken kampüslerin öğleden sonra ve akşam saatlerinde atıl durumda kalması nedeniyle gündeme gelmişti.
Çok daha iyi olamaz mıydı? Olmalıydı. Tümüyle kaldırılması yerine disipline edilemez miydi? Edilebilinirdi. Vakıf üniversitelerinde olduğu gibi şimdi açıklanıp, bir sonraki yıl kapatılamaz mıydı? Daha iyi olurdu.
Değişim şart!
Dünya değişirken üniversitelerin aynı kalması elbette beklenemez. YÖK’ün başlattığı bu değişim ve yeniden yapılanma süreci umarız kendisi de dahil, A’dan Z’ye tüm yükseköğretim kurumlarını içine alacak şekilde yeniden düzenlenir…
İkinci öğretimi günah keçisi ilan edenler umarız aynı titizliği birinci öğretim, açık öğretim ve uzaktan eğitim konusunda da gösterirler…
Okul öncesinden doktoraya kadar eğitim sistemimizin tümüyle yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor ama şaşı bir bakışla değil!
Dünyanın gidişatı, ülkemizin ihtiyaçları, gençlerimizin beklentileri ve uluslararası standartlar bu konuda yol gösterici olmalı… Asıl bu konularda geç kalındı.
Özetin özeti: İkinci öğretimle başlayan revize süreci umarız akıl, bilim, liyakat, kalite, verimlilik, özerklik çerçevesinde ve en önemlisi de dayatma ile değil elbirliğiyle gerçekleşir…
Abbas GÜÇLÜ / Milliyet