Bin yıl sürecek denilen bir dönem sona erdi mi? Yoksa henüz devam mı ediyor? Sorularının cevabını sizlere bırakıyorum. Benim daha çok ilgilendiğim 28 Şubat nereden çıktı ve bu dönemde neler yapıldı ve sonrasında neler oldu? Son darbe olarak bildiğimiz 12 eylül askeri darbesinin üzerinden daha 15 yıl geçmişti ki yeni bir darbenin ayak seslerini işitmeye başladık.1991 yılında Sovyet Rusya’nın dünyanın diğer kutbu olmaktan çıkmasıyla ABD sahne de tek başına kaldı.Tek kişilik stand up şovlara hazır olmadığından hollywood vari bir senaryo ile dünyada Fundamentalist bir tabirle radikal İslam adıyla yeni bir düşman üretti. İslam adına kim ortaya çıkmışsa radikal ilan edildi ve savaş açıldı. Dünya sahnesinde yönetmen olarak görülen ABD ve onun uşaklarınca ülkemizde milli olan ne varsa, kim varsa savaş açıldı. Tiyatro sahnelendi ve bir dizi gelişmeler ardı ardına yaşandı.
Sistemin içinde var olan her kesim hizmet anlamında yeni bir arayışa girmişti. Mutsuz yığınlar gerek yerel yönetimde gerekse hükümet konusunda kendini daha yakın hissettiği Milli Görüşe doğru bir yöneliş gösterdi. Bu tercih derin güçleri rahatsız etti. 1995 yılında birinci olmalarına rağmen hükümet kurma önceliği verilmeyen ve daha sonra hükümet kurma görevi mecburen verilen ve bir yıl bile görev yapamayan mili bir hükümet cumhuriyet tarihinde işçi ve memur maaşlarına en fazla zam yapan hükümet oldu. Faiz lobisi ve rengi yeşil olmayan sermaye gelişmelerden çok ciddi rahatsız oldu. Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı ve Fadime Şahin’den oluşan mizansen sahnelendi. Bir taraftan faili meçhuller, diğer taraftan ordumuzdan milli iradeye dönük olumsuz tavırlar sonucu hükümet tarihi 28 Şubat karalarını uygulamamak için istifa etti. Tarihi 28 şubat darbesi diğer darbelerden farklı olarak post modern darbe olarak isimlendirildi.
28 Şubatın en önemli ve ağır hamlesi eğitim kurumlarında tezahür eden uygulamalardır. Başta 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi, İmam-hatiplerin orta kısmının kapatılması, Kuran kurslarına gidebilmek için, 13 yaşını doldurma şartının getirilmesi, üniversiteler, okullar ve kamuda başörtüsü yasağının amansızca uygulanmasıdır. Bu darbe psikolojik hareket yöntemi ile yapıldığı için inançlı insanlar irticacı olarak yahtalandı. Üniversitelerde ikna odaları kuran ve temel hak ve özgürlükleri çiğneyen bir anlayış dindarı öcü, inançlıyı laiklik karşıtı görmeye başladı. Bu süreçte okulundan, işinden atılan ve her yerde çalışmaları engellenen on binlerin yaşadıkları tarihe kara bir leke olarak kaydedildi. Bazıları yurt dışında okumak zorunda kaldılar. Bazılarının ise üniversite denklikleri iptal edildi. İmam-Hatiplere asker ve polis olma yolları kapandı. Dinini yaşamak isteyenlere hayat oldukça zorlaştı. Ülkenin baş belası bölücü terör bile irtica tehlikesinden sonra gelir oldu.
Gelelim günümüze ve şu andaki uygulamalara baktığımızda bazı alanlarda çok mühim gelişmeler olsa da sürecin devamını gösteren bazı uygulamaların varlığı aşikârdır. Başörtüsü yasağı ordumuz, emniyet ve yargıda sürmekte, askeri ve polis okullarına imam-hatiplerin girişi hâlihazırda çözülememiştir. Meclise başörtüsüyle giren vekillerimizin olması din ve vicdan hürriyeti içindeyken, aynı kıyafetle adliyede, emniyette ve ordumuzda görev yapmak sakıncalı görülmektedir. Kıyafet dayatmasını ,kılık dayatmasıyla sürdüren etkili ve yetkili kişilerin varlığı da 28 şubatın tam anlamıyla bitmediğini göstermektedir. Bulunduğu makama saygısızlık olarak addettiği sakal bırakmayı, ya da kravat takmama davranışını en şiddetli biçimde eleştiren büyüklerimiz sanırım post Modern anlayışı temsil ettiklerinin farkındadırlar. Modern denilen dünya artık saça, sakala, kılığa ve kıyafete takılıp kalmazken kendini modern olarak tanımlayanlardaki takıntıların psikolojik alt yapısında aşağılık kompleksi olmasın. Lüzumsuz işlerle uğraşmayı marifet görenlerin aslında iyi şeyler yapacak planlarının olmadığını da müşahede ediyoruz.
Kılık kıyafeti kamu düzeni içerisinde görenlerin ve bu yüzden savunanların başörtüsü dışındaki özellikle hanımların kılık kıyafetleri konusunda seslerinin çıkmamasını anlamakta zorlandığımızı belirtmek istiyorum. Bünyemizdeki mikropların güçsüz duruma düştüğümüzde saldırıya geçip bizi yok etmek için çalışmaları gibi, ülkemizde de hayatımızı olumsuz etkileyen bütün zorbalıklar ortadan kalkana kadar mücadele sürmelidir. Ne dersiniz? (1ilhamifindik@gmail.com)