MEB'in Vurdumduymazlığı Okulları Kaosa Sürüklüyor MEB'in Vurdumduymazlığı Okulları Kaosa Sürüklüyor

Deniz değerlendirmesinde şu ifadelere yer verdi:

Eğitimin gücü üzerine söylenen her söz, aslında bir toplumun aynaya bakmasıdır. Çünkü eğitim, yalnızca bireyleri yetiştirme aracı değil, bir ülkenin geleceğe dair en iddialı hamlesidir. Bugün sınıf kapısından içeri giren bir çocuk, yarının yöneticisi, bilim insanı, sanatçısı ya da sıradan bir hayatın içindeki olağanüstü bir rolün sahibidir. Eğitim budur işte: Potansiyeli uyandıran, hayalleri gerçekleştiren, toplumsal yapının çatısını kuran temel tuğla.

Bu nedenle eğitimde atılan her adım, sadece bugünü değil yarını da şekillendirir. Bireylerin kendini gerçekleştirebildiği, toplumların ekonomik ve kültürel birikimini sürdürülebilir kılabildiği bir sistemin anahtarıdır. Ancak burada sadece nicelikten değil, niteliği önceleyen bir bakıştan söz ediyoruz. Çünkü eğitim binasının temeli, yalnızca kayıtlı öğrenci sayısıyla, bina metrekaresiyle ya da sınav takvimleriyle atılmaz. Gerçek dönüşüm, sistemin kalitesini yükseltmekle, ihtiyaçlara göre esneyebilen, gelişebilen bir yapıyı inşa etmekle olur.

İşte biz de bu bilinçle, yıllardır Türkiye’nin eğitim sistemini veri temelli izliyor, gözlemlerimizi, tespitlerimizi ve önerilerimizi her yıl Eğitime Bakış raporlarıyla paylaşıyoruz. Bu yıl dokuzuncusunu yayımladığımız Eğitime Bakış 2024 Raporu, sadece mevcut durumu değil, geleceği inşa edecek hamleleri de içeren bir yol haritası niteliği taşıyor.

Elde edilen veriler, bazı alanlarda ilerleme sağlandığını ortaya koyuyor. 2023/24 eğitim-öğretim yılında toplam öğrenci sayısı 18 milyon 710 bin 265’e ulaşmış durumda. Bu öğrencilerin yaklaşık 1 milyon 631 bini özel öğretim kurumlarında yer alıyor. 14-17 yaş grubunda net okullaşma oranı%91,3’e yükselmiş; erkeklerde %90,7, kızlarda ise %91,8 oranına ulaşılmış. Ortaöğretim zorunlu olmasına rağmen bu yaş grubundaki çocukların %8,7’si hâlâ eğitim dışı kalıyor.

18-21 yaş grubunda en az lise mezunu olanların oranı toplamda %76,9; erkeklerde %73,8, kadınlarda %80,1. Son on yılda kadınların lise mezuniyet oranlarındaki artış dikkat çekici boyutta. Eğitimde fırsatlara erişimdeki bu gelişme, umut verici bir tablo sunuyor.

Açıköğretimde ise ciddi bir azalma gözleniyor. 2023/24 yılında açıköğretim öğrencisi sayısı, bir önceki yıla göre 1 milyon 117 bin kişi azalarak 1 milyon 229 bine düştü. Bu düşüşün gerekçeleri henüz net değil; bu nedenle daha fazla analiz yapılması gerekiyor.

Türkiye’nin uluslararası alandaki eğitim performansı da yükseliyor. 4. sınıf matematikte 58 ülke içinde 8’inci, fen bilimlerinde 4’üncü sırada yer alıyoruz. 8. sınıf düzeyinde ise matematikte 13’üncü, fen bilimlerinde 7’nci sıradayız. 2019 TIMSS verileriyle karşılaştırıldığında, her iki alanda da puanlarımızın anlamlı şekilde arttığı görülüyor.

Ancak eğitimin yapısal sorunları da devam ediyor. 18-24 yaş grubundaki gençlerin%31,1’i ne eğitimde ne istihdamda. OECD ortalamasının (%13,8) çok üzerinde olan bu oran, gençlerin sistem dışında kaldığını ve ekonomik üretkenliğe katılamadığını gösteriyor.

Özel eğitim alan öğrenci sayısı toplamda 559 bin 725. Ancak bu öğrencilerin büyük kısmı ilköğretimde (440 bin 931)yer alırken, ortaöğretime geçişte sayı 108 bin 126’ya düşüyor. Bu, özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencilerin önemli bir bölümünün sistemden koptuğunu gösteriyor.

2024 yılında KPSS Eğitim Bilimleri Testi’ne 526 bin 947 öğretmen adayı başvurdu. Buna karşın aynı yıl öğretmen atama sayısı yalnızca 20 bin. Oysa 2015-2016 yıllarında bu rakam 50 bin civarındaydı. Son yıllarda atama sayısında yaşanan düşüş, eğitimde insan kaynağı planlamasının yeniden ele alınması gerektiğini gösteriyor.

Öte yandan, öğretmenlik mesleğinde de kadınların sayısı artıyor. 2023/24 döneminde öğretmenlerin%61,3’ü kadın. Eğitim fakültelerine girişten mezuniyete, KPSS başvurularına kadar kadın oranı %65-72 aralığında seyrediyor. Bu ivme böyle devam ederse, eğitimde kadın eli daha da hissedilir olacak.

Öğretmen maaşları da dikkat çeken bir başlık. OECD ortalamasına göre, öğretmenlerin 15 yıl sonrası maaşları, başlangıç maaşlarından %30-36 daha yüksekken, Türkiye’de bu oran yalnızca%3 seviyesinde. Bu durum, öğretmenlerin motivasyonu ve mesleki bağlılığı açısından ciddi bir risk barındırıyor.

Finansal anlamda Türkiye, öğrenci başına yaptığı 4 bin 219 dolarlık harcamayla OECD ülkeleri arasında sondan ikinci sırada. OECD ortalaması ise 11 bin 703 dolar. Bu fark, eğitimin niteliğine doğrudan etki ediyor.

Bu tablo bize, eğitimde atılacak adımları daha fazla erteleyemeyeceğimizi fısıldıyor. Okullaşma oranlarının bölgesel farklılıklar gösterdiği noktada, özellikle erkek öğrencilerin eğitime erişimini kolaylaştıracak yerel çözümler hayati bir önem taşıyor. Açıköğretim sisteminde yaşanan hızlı düşüşün arka planı dikkatle incelenmeli; sistemden kopuşun değil, mezuniyetin göstergesi olup olmadığı netleştirilmelidir.

Öte yandan, özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencilerimizin ortaöğretime geçişte karşılaştıkları engeller, daha planlı bir geçiş sürecini zorunlu kılıyor. Bu öğrencilerin eğitim yaşamlarını sürdürebilmeleri için mesleki yönlendirme politikaları güçlendirilmeli. Lise mezunu olamayan gençler, özellikle de erkekler için, eğitimden kopuşun sebeplerine inen ve yeniden kazanımı hedefleyen yapılar kurulmalı.

Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerimizin sayısı oldukça yüksek. Bu grup için bütüncül bir gençlik politikasıoluşturulması ve gençlerin üretkenliklerine alan açan çözümler geliştirilmesi gerekiyor.

Eğitim sistemimizin bel kemiği olan öğretmenler konusunda da yeni bir vizyona ihtiyaç var. Mevcut atama sayılarının arzı karşılayamaması, binlerce idealist öğretmeni sistem dışında bırakıyor. Bu nedenle atama sayıları ihtiyaca uygun şekilde artırılmalı. Atanmış öğretmenlerin ekonomik güvenceleri, mesleki motivasyon açısından vazgeçilmez. Maaşlar, yalnızca başlangıç değil, kariyer ilerlemesine göre de anlamlı bir düzeye taşınmalı.

Kalabalık sınıflar, eşitsiz kaynak dağılımı ve düşük harcama seviyeleri, sistemin diğer dikkat çeken başlıkları. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısında ve sınıf mevcutlarında OECD ortalamasının yakalanması, eğitimin niteliği açısından olmazsa olmaz. Son olarak, öğrenci başına yapılan harcamanın OECD ortalamasının üçte biri seviyesinde olması, daha fazla bütçe ayrılmasını ve kaynakların daha etkili kullanılmasını gerektiriyor.

Bu yılki rapor, sadece sayısal verilerle değil; eğitimin içinde barındırdığı umutları, yapısal eksiklikleri ve çözüm arayışlarını da gözler önüne seriyor. Satır aralarında; okuluna ulaşamayan bir çocuğun sessizliği, mesleğine tutkuyla bağlı bir öğretmenin mücadelesi, eğitim sisteminden kopmak üzere olan bir gencin çığlığı gizli. Bu nedenle mesele yalnızca tespit değil, sorumluluk alma ve harekete geçme meselesidir.

Eğitim, yalnızca bir bakanlığın ya da belli kurumların değil; tüm toplumun, tüm paydaşların ortak meselesidir. Öğrenciden veliye, öğretmenden sendikalara, yerel yönetimlerden akademisyenlere kadar herkesin katkısına ihtiyaç vardır. Çünkü eğitim, bireyleri değil, toplumun tamamını dönüştüren en güçlü araçtır.

Geleceğe yapılan en değerli yatırım olan eğitimde, güçlü yönlerimizi sahiplenmeli; zayıf alanlarımızı ise cesaretle kabul etmeliyiz. Eğer gerçekten daha adil, kapsayıcı ve nitelikli bir sistem kurmak istiyorsak; her çocuğun, her gencin, her öğretmenin sesine kulak vermeli ve bu sesleri çözümün parçası hâline getirmeliyiz. Eğitimde atılacak her sağlam adım, bu toprakların en kıymetli hazinesi olan insanımıza yapılan bir yatırımdır. 

Vesselam…