Ülkemİzde, şu anda 4+4+4 şeklinde uygulanan 12 yıllık zorunlu eğitim çıktığında İl Millî Eğitim Müdürü’ydüm.(*) O günlerde ilimize gelen zamanın Talim Terbiye Kurulu Başkanı ile baş başa kaldığımızda,
“Sayın Başkanım; bu zorunlu eğitim yasası nasıl çıktı? Mahsurları olabilir. Mesela; ilkokul 4, ortaokul 4 yıl olması sıkıntılara yol açabilir. Çünkü çocuk daha ilkokuldaki dönemini, çocukluğunu yaşayamadan orta kısma geçecek, bir öğretmenden çıkıp 7-8, belki de daha fazla öğretmenle muhatap olacak. Sıkıntı olmaz mı? Ayrıca lisenin mecburi olması da ayrı bir garabet.” demiştim.
Talim Terbiye Kurulu Başkanı, “Müdür Bey, vallahi 12 yıllık zorunlu eğitimin çıktığını ben de eve gittiğimde televizyondan öğrendim” diye karşılık verince…
“Peki, nasıl oluyor?” diye sormuştum.
Cevap:
“Mecliste milletvekilleri kabul edince biz de mecburen ona uyum sağlayacak şekilde tedbirler almak zorunda kaldık, yani kucağımızda bulduk!”
Kucağımızda bulduk!
***
“İstanbul Sözleşmesi” adı altında süslü püslü ifadelerle çıkarılıp ülkenin başına belâ edilen, sonradan herkesin “Bunu kim çıkardı?” diye birbirinin yüzüne baktığı düzenleme gibi.
Milletin başına belâ edilen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesi gibi!
Sonucu iyi düşünülmeden, siyasi çekişmeler ve çeşitli mülahazalarla 12 yıllık zorunlu eğitimin çıkarılmasının üzerinden 12-13 yıl geçti.
Bugün çok net bir şekilde görülüyor ki…
İlk mezunlarını veren “12 yıl zorunlu eğitim” modeli, diplomalı insan sayımızı artırmış, ancak birçok açıdan “sorunlu eğitim” haline gelmiştir.
Okula devam etmek istemeyen veya istidadı olmayan ya da başka alanlara yeteneği olan insanların 12 yıllık mecburi eğitime tabi tutulmaları, eğitim sistemimizi rayından çıkarttığı gibi gençlerimizi de yoldan çıkartmanın aracı olmuştur. Lise eğitimi zorunlu hale getirildikten sonra iş çığırından çıkmış, okumak istemeyen birçok genç, dört yıl okullarda tutulmuş, okullarda disiplin ve düzen bozulmuş, öğretmenlerimizin sınıf hâkimiyeti kaybolmuştur.
Sınıfta hocaya saygı kalmadığından, öğretmenler ders dinlemeyen, başına buyruk bir nesil ile uğraşmaktadır.
Hocaların hiçbir yaptırım gücü kalmamış, “en iyi öğretmen. öğrenciyi memnun eden, yani dümen suyuna giden öğretmen” olmuştur.
Gerçekten okumaya istidadı olanların da haklarına girilmiştir, girilmektedir.
Zorunlu eğitimin pedagojik açıdan da çocuklarımızın ruhsal ve bedensel gelişimine olumsuz etkileri olmuştur. Lise çağındaki gence çocuk muamelesi yapıldığından maalesef o da kendisini çocuk görmekte ve çocuk gibi davranmaktadır.
Liseyi bitirme aşamasına gelen de, “ben üniversiteye gideceğim” modunda olduğu için üniversite sınavlarına hazırlanmaya başlamış; hazırlık süreci, üniversite derken anne baba çalışarak çocuğun eğitimi için en az 5-6 yıl daha uğraşmak, imkânları zorlamak durumunda kalmıştır.
TEK TİP!
Şu anda…
Zorunlu eğitimle, okumak isteyen veya istemeyen herkes 6 yaşından 18 yaşına kadar eğitim görüyor. 18 yaşından sonra hiç kimseye bir meslek öğretemezsiniz. Okullaşma arttı, ancak işsizlik de arttı. Sanayici, çalıştıracak çırak, kalfa eleman bulamıyor. Bu açığı şimdilik Suriyeli, Afganlı ve diğer değişik milletlerden yabancılar ile kapatmaya çalışıyoruz. Zorunlu eğitim yerine, ortaokuldan sonra bir mesleğe yönelterek kabiliyetlerin ortaya konulduğu, mesleki bilgi ve birikimin hâkim olduğu, nitelikli iş gücünün yetiştirildiği bir eğitim sistemine geçiş yapılmalıdır.
Zorunlu ve genel eğitimin zararlarından biri de yetenek öldürme, yetenekli öğrencilerin ortaya çıkarılamaması şeklinde tezahür etmiştir. Öğrencileri, mutlaka yeteneklerine göre sınıflandırmak zorundayız. Bu yetenekleri de kendi içinde sınıflandırmalıyız. Herkes kendi kabiliyetiyle orantılı eğitim aldığında iş dünyasının ihtiyacı sağlıklı bir şekilde karşılanacaktır.
Erken yaşlarda iş gücüne katılım sağlanması ile genç dinamik nesil heba edilmemiş olacaktır.
Her çocuk kendi ilgi alanı ve yeteneği doğrultusunda yönlendirilmelidir.
“Hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz.”
Bütün öğrencilere aynı dersler okutulmamalıdır.
ÖĞRETMENLERİN DE İŞİ ÇOK ZOR!
Zorunlu eğitim beraberinde yeni öğretmen ihtiyacı doğurmuş, bütçeye yük getirmiştir. Diğer taraftan her yerde rastgele açılan eğitim fakültelerinden çok iyi yetişmeyen, kendilerinin temel sorunlarını halledemeyen (bazı) öğretmenler, lise çağındaki delikanlı çocuklar karşısında sınıf hâkimiyetini sağlamakta yetersiz kalmışlardır. Ayrıca yeni bina, laboratuar araç-gereç, fiziksel alan ve donanımlara ihtiyaç iyice artmış, bütçemize ek yük bindirmiştir.
Sınav ve diploma odaklı eğitimden üretim odaklı eğitime geçmek zorundayız. Diploma, eskiden her kapıyı açan altın anahtardı ama şimdi neredeyse hiçbir kapıyı açmıyor. Liseyi bitiren genç, çırak olmak istemiyor. Şu an iyi ustalar, üniversite mezunlarından daha çok kazanıyor. İşsizlik sıralamasının en tepesinde diplomalılar geliyor.
Sistemin ulaşabildiği "sınav" "başarı düzeyi"ne gelince...
Matematik:
40 soruda ortalama 7,
-Fen bilimleri:
20 soruda 3.4,
-Din kültürü:
6 soruda ortalama 1.2!.
Kanaatime göre zorunlu eğitim; 5 yıl ilkokul, 3 yıl ortaokul şeklinde olmalıdır. Ortaokulda hazırlanacak kişisel karakter ve kapasite raporları ile çocuğun lise eğitimine devam edip etmeyeceği “puanlama ve gözlem değerlendirme” sonucunda ortaya konulmalıdır.. Okuyamayacak çocuklar zorlanmamalıdır. Yeteneğine göre mesleki kurslara ya da meslek liselerine yönlendirilmelidir.
İsteyen örgün eğitime devam edebilmeli, isteyen dünyada hızla yayılmakta olan ev okulu yöntemiyle, açıktan devam edebilmeli, devletin yapacağı sınavlara girerek diplomasını alabilmelidir.
Anaokulu da mecburi tutulmamalıdır. Çünkü büyükşehirlerde çalışan aileler zaten kendi ihtiyaçlarını doğrultusunda çocuklarını anaokullarına ya da okul öncesi eğitim kurumlarına vermektedir. Okul öncesi dönemi kritik öneme sahiptir. Bu yaşlarda anne baba, kendi çocuğunu yetiştirme fırsatı bulmalıdır.
(*) (Mustafa Altınsoy
(Eğitimci-Eski Milli Eğitim Müdürü-Maarifin Sesi)
Serdar Arseven / Milat Gazetesi