Anayasalar devlet ile milletin uzlaştıkları metinlerdir. Çok köklü bir devlet geleneğine sahip milletimiz binlerce yıllık kültürel birikimi ile çağları aşıp günümüze kadar yok olmadan gelebilmiştir. Tarihte insanoğlu maddi ve manevi varlıklarını daha ilerilere taşıma, hayatını imar ve inşa etme var olan nimetleri mutluluğu için seferber etme şuurunu diri tutmaya çalışmıştır. Bu ülkünün zaman zaman tersine işlediği dönemlerde tarihçiler tarafından kayıt altına alınmıştır. Ortaçağ Avrupası medeniyette geri gidişi en iyi anlatan ibretlik bir dönemdir. Aynı dönemde ecdadımız var olduğu coğrafya da adalet ve hizmet taşıdığı insanlığa altın bir çağ yaşatmıştır. Bazı zamanlar ise maddi kültürde ileri giderken manevi kültürde geri gidilen bir dönem olmaktadır. Bu tarif aslında günümüzün de tarifidir. Bilim, teknoloji ve sanatta zirveye çıkılan bir çağdayız. İnsanın hayatını kolaylaştıracak her türlü imkânın olduğu ve hizmete sunulduğu bir dönemde manevi yönden tam bir sefillik söz konusudur.
1789 sanayi inkılabıyla batı tarihin akışını kendi hâkimiyetine geçirebilme gücüne erişti. Bu öyle bir güçtü ki bu güce bir daha başkalarının ulaşmaması için her türlü hamleyi yapmayı kendine caiz gördü. Haçlı seferleri yeni usullerle ilmi ve kültürel olarak yapıldı. Batı toprak işgalini sağlayabildiği yerleri işgal ederken bu rüyasını gerçekleştiremediği yerleri kendine bağlayacak maşa kullanarak riskini azaltacaktı. Güce itimat edenleri her devirde bulmak kolaydı. Kalemle cetvelle çizdiği ülke sınırlarını istediği gibi belirlemenin ötesinde ülkenin geleceğini de belirleyecek başta rejim ve anayasalarını da yazma küstahlığını gösterdi. Ortadoğu’ya bakarsanız bunun anlamını daha iyi anlarsınız. Tarlalara konulan korkuluklar gibi ülkelerin başına diktikleri kuklalarıyla dünyayı yönetmeyi hak olarak görüyorlardı. Bunlarında ötesinde kendi kurdukları ideolojik putlarını işlerine gelmediğinde gözlerini kırpmadan yemeyi de bildiler. Daha bir kaç ay önce Mısır’da yaşananlar buna örnek verilebilir. Yasal yollarla iktidara gelen Mursi yönetimi yasal olmayan ordu darbesiyle alaşağı edildi. Afganistan’ı, Irak’ı demokrasi ve insan hakları getireceğim diye işgal eden ABD kan ve gözyaşından başka bir şey getirmedi. Yaktığı fitne ateşi ülkenin huzurunu yok ederken can ve mal kayıplarının her geçen gün artması bölgedeki dramı artırıyor. Daha yakınımızda halkını dünyanın gözleri önünde öldürmekten çekilmeyen Esed kimyasal silah kullanma da dahil her türlü rezilliği yaparken dünya görmezden geliyor.
Çağdaş olduğunu söyleyen, gelişmiş olarak kendini gören süper güçler kendi ırkını, dinini ve değerlerini cansiperane savunurken diğer milletleri sömürmenin hesabını yapabilmektedir. Yahudilerin kendini üstün ırk görme fikri Müslümanlar dışındaki tüm tarafların hayat düsturu olmuş. Günümüzde devlet olarak hayatta kalabilmenin yolu ilimde zirvede , insanlıkta sefil olan devletlerin çıkarları doğrultusunda bir çizgide bulunmak. Çizdikleri alanın dışına çıkanları Kaddafi ve Saddam gibi kendi halkına linç veya idam ettirerek diğer beslemelerine gözdağı vermektedirler. İnsanlığın ortak değerleri pas pas edilmiş, zulüm ile dünya kan ve göz yaşına terk edilmiştir. Laiklik inançlı insanların başında akbaba gibi durmakta demokrasi içinde demokrasiye rağmen kısaca Müslümanların dışındakilere karışmazken Müslümanlara hayatı zehir etme aracı haline getirilmiştir. Başını örtmek, namaz kılmak, dinin emirlerini yerine getirmek laikliğe aykırı addedilmiş dindarlar bölücü, gerici gibi yaftalara maruz kalmıştır. Hiç hak etmediği halde İslami fobi oluşturulmuştur.
Dünyanın geleceği yetişecek nesillere verilecek ülkülerin niteliği ile doğru orantılıdır. Çocuklarımıza verdiğimiz idealler kendi isteklerini gerçekleştirme de diğerlerinin önemli olmadığı düşüncesinin doğru olmadığını kabul ettirmektir. İnsanlık büyük bir ailedir. Bu ailede birisi diğerine feda edilemez. İyi ve faydalı olan her şeyin insanları mutlu etmediği bir çağda huzuru arıyorsak onu ancak tüm canlıların güven ve emniyetli yaşadığı bir dünya da bulabiliriz. Biz bizim dışımızdaki varlıklarla birlikte yaşıyoruz. Mutluluğumuzu diğerlerinin mutsuzluğu üzerine inşa edemeyiz. Afrika’da aç uyuyan bir çocuğun durumu Avrupa’ da ki her ailenin derdi olmalıdır. Güçlüler zayıfların haklarını gasp etmek için değil, onlarında asgari dünya nimetlerinden istifade edebileceği bir hayat standardı kurmakla yükümlüdürler. Dünya kurt kuzu masallarından bıkmıştır. Edebiyatçılar artık iyiliğin erdeminden söz etmelidir. İyilik yapanlar karşıdakinin ihtiyacını görmenin, onu mutlu etmenin ötesinde kendi vicdanını da rahatlatmakta gönül hoşluğuna ulaşmaktadırlar. Dünya hem madden hem manen zirvede olmalıdır.(1ilhamifindik@gmail.com)