ÖLDÜM
Bu gece çok sakin bir akşam yemeğinin ardından çayımı içmiş yatmadan önce biraz kitap okumuştum. Okurken daldığım uykuya yatsıyı kıldığımı hatırlayarak yatağıma geçip devam ettim. Sabah o kadar çok işim vardı ki. Evimin taksitleri, okulumun işleri ve dernekte yapacağım çalışmalar sürekli aklımda uyku hali, rüya ve gerçek arası bir ruhsal durum içerisindeyim. Bazen çocuklarım geliyor aklıma sonra birden annem, babam ve kardeşlerim derken bir an… Ne olduğunu anlamadığım bir durumu yaşamaya başladım. Yanı başımda duran nur yüzlü bir piri fani ile göz gözeyim. Biraz tanır gibiyim. Mutlaka tanımam lazım. Çünkü benim çok insan tanıdığımı herkes bilir değil mi hanım diyorum ama…
Ağlıyor iki gözü iki çeşme. Ama sanki omuzlarından bir yük kalmış gibi rahat bir hüzün yaşıyor. Oğluma bakıyorum ağlıyor ve sanki birileri bakınca artan bir şiddet içeriyor ağlayışı. Bir yandan acaba yaşasa daha iyi bir ilişki kurabilir miydik yoksa en doğru zamanda mı öldü diye bir istifham bakışı eşlik ediyor gözlerinin içinde ki neme. Büyük kızım hiç beklemiyormuş ve benim ölmeyeceğimi düşünüyormuşçasına bakarken hıçkırıklar içerisinde konuşamıyor bile. Ama en çokta bir sürü hiç için bana ‘’ Seni Sevmiyorum’’ dediği anların mahcubiyeti içerisinde, buna tanık olanların ona bakıp bakmadığını yokluyor bakışlarıyla. Ben de seni sevmiyorum dediğim zamanlarda ne kadar gerçekçi olduğumu merak ediyor bir yandan da.
Minik kızım ise her şeye rağmen sevdiğini düşündüğü babasını kaybetmiş olmanın derin üzüntüsü içerisinde bir başına kalmış hissi ile oturmuş sessizce göz yaşlarını içine akıtarak sürekli dualar okuyor… Ben artık neler olduğunu anlamak gayreti ile işaretler etsem de kimsenin cevap vermemesine şaşkın iken onların beni duymadığını o piri fani söyledi ve dedi ki;
-Hadi artık gidiyoruz. Ben nereye diye soramadım ama hafiften korkmuyor değilim. Kalktım ve ardı sıra yürümeye başladım. Bir ara dönüp kendime baktım. Derler ki ölürken mütebessim olursa yeri iyidir hani. Yüzümde kocaman bir ünlem ve soru işareti kompozisyonu var. Hayret ve ne yani şimdi mi ya da neden ben dercesine. Gülümsüyorum hafiften ama geride kalan bedende değişen bir şey yok. Geldiğimiz ortamın tarifi ile zaman kaybetmeyeceğim ama kısaca şöyle ifade edebilirim. Ben dünyanın dışında ama yer gibi yer gök gibi gök olmayan sabit bir alan olduğunu düşünüyorum. Her yer bem beyaz ışıklarla sarılı gibi aydınlık bir ortam. Ve ilk duyduğum ses şöyle seslendi bana;
-Rabbin kim?
-!!!
-Bildiğin bir konuda bile susarsan işimiz var seninle. Susma hakkı sadece dünyada var. Onun da mantığının sadece yalan söyleyerek cezadan kurtuluş olduğu açık. Burada sen sussan da azaların konuşacak ona göre.
-Rabbim Allah’tır dedim ama galiba duyulmadı.
-Bu beni Adem dünyada iken de konuşamıyor muydu acaba? diye yanında kine sordu. O da;
- Hayır böyle bir durum yok ama galiba ağzını kıpırdatıyor. Dikkat et görürsün.
-Öyle şey olur mu dedi diğeri. Devamla ima değil cevap, niyet değil ameldir maksat. Niyet eylemsiz ne anlam ifade eder ki?
-Bu durumun neden yaşandığını bir kontrol edelim. Bu Adem oğlu beklesin.
Bu arada sesimin neden çıkmadığını ben de merak ediyordum.
Dışarıdan gelen sesler üzerine ürpermeye başladım. Biri diğerine ‘’Müslümanlara yönelik yaşanan bütün zulümlerde sadece beddua edermiş. Sesi onun için kısılmış olabilir dediler’’ diyordu. Evet gerçekten çok mantıklıydı bu. O zaman benim sonum ne olacak diye düşünmeye başladım. Arafta kiler gibi son ana kadar bekleyecek miydim. Sonunda Cennet olacağını bilsem beklemek sorun değil. Ama ya sırf bu kusurum için bile olsa Cehennem ihtimali aklımı başımdan alacakmış gibi korkutuyor beni.
Bir anda dünyada yapacağım işler geldi aklıma. Yaşadıklarım ile ilgili korkularım depreşmeye başladı. Henüz Arakan’da yaşanan insalık suçu dolayısıyla müslümanlara para desteği için bir şeyeler yapmamıştım. Ama evin taksitleri çok. Bir de araba almam lazımdı. Para biriktirmek gerekiyordu. Çocuklarımın geleceğini garanti altına almam gerekiyordu. Az da olsa yardım etmeliydim ya da en azından protestolara daha çok katılmalıydım biliyorum ama ne yapayım kardeşlerimin ve arkadaşlarımın hepsinin arabası vardı. Ben ne yapsaydım. Bazıları ikinci evini almış birini kiraya vermiş durumda. Ya ben daha bir tane evim var.
Filistinde İsrail bombaları ile yıkılan evlerden biri haberlere çıktığında o müslüman kardeşimi çok iyi anlamıştım. Evim olmasa bu hissi bilemezdim. Onun için çok üzüldüm ve ‘’Ya bu ev benim olsaydı ne yapardım’’ diye düşündüm ve empati yaptım. Aslında ben kötü bir insan değilim. Arada kaçırdıklarımı saymazsak namazlarımı da kılıyorum canım. İçkim yok kumarım yok. Aslında hesaba çekileceğimi unutup hakkımda dedi kodu yapanlara karşılık vermeseydim iyi olacaktı ama. Ne yapayım ben de insanım. Onlar iftira ederken ben sadece hakikatleri söylüyordum. Tam bunu düşünürken bir sesle irkildim;
-Sen burayı galiba dünya sandın. Savunmaların bayağı komik. Sen çocukluğundan bu yaşına kadar bir çok ayet ve hadis öğrendin. Bu davranışın hangisine göre övülen bir amel söyler misin?
-… ??? !!! (İçimden - Eller Yahşi Men Yaman derdi babam…)
Söyleyecek tek bir söz bulamadığım gibi kendimi suçlu buluyordum. Ve içimden;
-Inşaallah beni bana yargılatmazlar. Merhamet Ey Allah’ım. Benim işlerimden pek fırsatım olmuyordu. Ekonomik olarakta çok güçlü sayılmazdım zaten.
Irak’ta ve Suriye’de katledilen milyonlar… Onların emanetleri olan yüzlerce, binlerce yetim hakkında ne yaptın diye soruyorlar. Normal şartlarda kendine hiç harcamasan elli yetimi bakabilecek bir gelirin vardı. Kendi ihtiyaçalarını karşıladıktan sonra en azından on yetime bakabilirdin.
-Ben şey bir yani iki … Ağız tadıyla bir şükür bile etmekten aciz olarak uzun yıllar yaşamışlığımı düşünmeye başlıyorum artık yavaş yavaş.
-Sıla-i Rahim yapmanın ne kadar önemli olduğunu anlatırdın insanlara. Ya kendin?
Suriyeden ülkemize göç etmiş insanların akrabalarını kabirlere bırakarak hicretleri size sana / bana bize bir şey anlatmıyor muydu? Gidiyordum ama bazen bazı sıkıntılar oluyordu da onun için. Hem zaten arabayı da onun için alacaktım ben. Ben ne kadar boş işlerle iştigal edip olmayacak ya da olsa bile kalmayacak şeylerle avunmuşum. Bunların hesabın vermem mümkün değil. Merhamet Ey Allah’ım.
-Peki kime Merhamet. Bana tabi ki. Ben öldüğüme göre?
-Merhamet, Rahmet, Lütuf, İzzet ve İhsan mazlum Müslümanlara daha layık değil mi?
Gözleri önünde çocukları öldürülen Annelere…
Gözleri önünde çocukları öldürülen Babalara…
Öldürülürken neden öldürüldüğünü bilmeyen Masumlara…
Artık ahir ömrüne gelmiş ak sakalı al kana bulanmış dedelere…
Gözlerinden akan yaşı saklamak ihtiyacı duymayan çaresiz Adamlara…
Ağlarken bile kulluğundan, güzelliğinden, kadınlığından ve analığından hiç bir şey kaybetmeyen Mü’minelere…
Çocuğu ile ateşe atılan, işkenceye tabi tutulan, sularda boğulan analı kızlı / analı oğullu çiftlere…
Merhamet en çok bunlara yakışır.
Utanç bize Merhamet size…
Ah bize Neşe içinde Cennet size…
Eyvah bize Lütuflar için Elhamdülillah size…
Keşke ölmemiş olsam ve telafi etsem kayıplarımı...
Affet Allahım. Ölmeye bile utanıyoruz. Huzuruna gelebilecek yüzümüz yok. Bizi öyle uzun ömürlü kıl ki sonunda tevbe ile göz yaşı ile utancımızı tüketelim. Ve mazlumların zaferlerine şahit olalım. Bizi senin yolunda cihad edenlerden kıl ki günahlarımız dökülsün. Ruhumuz temizlenmiş olarak huzuruna gelelim.
Yine merhametine sığınarak.
Yine senden medet umarak.
Yine sana sığınarak ve merhametinle umudu yitirmeden…
Bir dostun kaleminden alıntı yapalım;
Yürekten gelen.…
Göz yaşından kurşun üretmeli
Tüm zalimler için yeter
Olmayan kalplerine saplamak için
Hüzün mızrakları yapmalı insanlık…
Selehattin Duman
Vesselam
Cevat YEK
29.08.2017