15 TEMMUZUN ALT YAPISI

Abone Ol

FETÖ’cü hainlerin, 15 Temmuz günü darbe yapmaya kalkıştığı, tv kanallarından ilan edildiğinde, toplumun büyük bir kesimi kulaklarına inanamadı.  Maskeli örgüt sıradan halkın yanında eğitimli, mesleklerinde başarılı, bu kadar insanı “büyülemeyi” nasıl başarabilmişti?  Atatürkçü değerleri en yüksek dozda sunan askeri okullardaki öğrencileri bile etkisi altında tutmasını sağlayan iksir neydi? Şarlatanların aldatmakta en zorlanacakları kesimin akademisyenler olması gerektiği” savını iflas ettirecek, içlerinde ilahiyatçılarında bulunduğu, bilim adamının örgütün ağına takıldığı gerçeğini neyle izah edeceğiz?

Nazi iktidarında, demokratik değerlere sahip Alman toplumunun İkinci Dünya Savaşını başlatan ve soykırım yapan bir topluma dönüşümü, savaş sonrası bilim insanlarını yukarıdakine benzer sorulara cevaplar aramaya yöneltmişti. Bu sebeple itaat, uyma, sosyal etki vb. konularda birçok çalışmalar yapıldı. Bu sayede Batılılar, kitlelerin uygun enstrümanlar kullanılarak toplumları nasıl “kuklalaştırılabileceği” ile ilgili zengin bir literatüre sahip oldular. Sizlere fikir vermesi bakımından bu konuda yapılmış iki bilimsel deneyi anlatacağım.  Asch’in  uyma, Milgramın itaat, deneyleri.

Evvela, Batı neden İslam dünyasını hedef seçtiği konusuna kısaca değinelim. Hungtington ünlü Medeniyetler Çatışması tezinde; “yeni dünyadaki mücadelenin öncelikle ekonomik ve ideolojik olmayacağını, ideolojik bölünme ortadan kalkınca Avrupa’nın İslam’la kendi arasındaki kültürel bölünmesinin yeniden ortaya çıktığını, Batı’nın bundan sonra karşılaşacağı meydan okumanın kesinlikle Müslüman aleminden geleceğini” belirtmiştir.  Bugün İslam coğrafyalarındaki şiddet sarmalının nedeni, Batının düşman yaratma politikasında gizli olduğu açıktır. Batı, yeni hedef olarak belirlediği Müslümanlarla olan mücadelesinde, ekonomik ve askeri gücünü etkin bir şekilde kullanmamaktadır.  Bunun yerine daha az maliyetli yeni yöntemlerle işlerini yürütmektedir. Bu yöntemlerden en belirgin olanı, ülke içindeki ayrılıkçı unsurları kışkırtarak iç savaş çıkartma, kullana geldikleri bir yöntemin yeni bir versiyonudur.  Eski yöntemleri, Batılı olmayan toplumların elitlerini Oxford, Sorbonne, Sandhurts gibi okullarda eğiterek Batılı değerleri sindirmiş, öz benlikleri kaybettirilmiş kişiler yolu ile ekonomik ve toplumsal kontrolü sağlama iken yeni yöntemlerini milli, manevi değerlerini benimsemiş gibi görünen ajanlarını, ülkenin en kılcal damarlarına kadar sokarak sömürülerini devam ettirmek şeklinde kurgulamışlardır. FETÖ bu yeni anlayışın ürünüdür. Gelelim deneylerimize.

Asch ‘in uyma deneyi: 1953'de yayımlanan, insanın karar verme sürecinde çevrenin etkisinin ne denli önemli olduğunu anlamaya çalışan deneyidir. Deneyi ABD'li sosyal psikolog S. Asch yürütmüştür. Deneye katılacak olan katılımcılara bir görüş testine girecekleri söylenmiştir. Deneyde tüm katılımcılara bir çift kart gösterilmektedir. Bu kartların birinde biri kısa, biri orta ve biri uzun olmak üzere 3 çizgi vardır. Diğer kartta ise tek bir çizgi bulunmaktadır. Deneklere bu karttaki çizginin, diğer karttaki çizgilerden hangisine benzediği sorulmuştur. Deneyde katılımcılardan biri hariç geriye kalanların hepsi Asch'ın asistanlarıydı ve önceden belirlenen davranışları yapmaktaydılar. Deneyin amacı, “gerçek deneğin davranışlarının diğer deneklerden ne derece etkilendiğini” bulmaktı. Katılımcıların hepsi aynı odada durmakta ve kendilerine kart çiftleri gösterildikten sonra sırayla cevap vermeleri istenmekteydi. Gerçek denek sıralamada sonda yer almaktaydı. Dolayısıyla sıra ona gelene kadar diğer katılımcıların cevaplarını duymaktaydı. İlk birkaç denemede tüm denekler doğru cevap vermekteydi. Fakat daha sonra gerçek denek dışındaki katılımcılar hep birlikte yanlış cevaplar vermeye başladılar. Cevap sırası kendisine gelen gerçek deneklerden %32'si grubun yanlış da olsa söylediği cevaba katılmıştır.

Asch, araştırmasını grubun büyüklüğünü değiştirerek birçok kere tekrarlamıştır.  Artan grup sayısına paralel olarak uyma davranışlarında da devamlı artma bulmuştur. Konuyu FETÖ’ye bağlayacak olursak; örgüt yeni ağına aldığı kişinin, katılmadığı durumlara itirazını önlemek için “söz birliği etmiş” bir grubun içine katarak ve düzenli telkinlerde bulunarak dönüştürme yoluna gitmiştir. Kabul görmek isteyen insan, dışlanma korkusu ile gruba karşı gelmeyeceği bir süre sonra ise bilişsel çelişki yaşamamak için özdeşleşme yoluna gideceğini  “üst akıl” çok iyi biliyordu.

Milgram’ın itaat deneyi: Takvimler 1961-62'yi gösterirken Yale Üniversitesi'nden S. Milgram adlı bir sosyal psikolog uyum ve onun bir türü olan itaatkarlık konularını araştırıyordu. Deney güya cezalandırmanın öğrenme üzerindeki etkisini araştırıyordu. Denekler, deneye girdiklerinde ya öğretmen ya da öğrenci olmak üzere kura çektiler; hileliydi elbette kura, öğretmen olacaklardı her hâlükârda. Öğretmen rolünde yapmaları gereken, yandaki odada kelime çiftlerini ezberlemeye çalışan ve bir şok cihazına bağlanmış diğer deneğe yanlış yaptıkça elektrik vermekti. Önlerindeki panelde 15 volttan başlayıp 450 volta kadar, 15 voltluk intervallerle giden düğmeler vardı. Yapılan her yanlışta verilen elektriğin dozu arttırılacaktı. Öğrenci Milgram'ın asistanıydı ve elektriğe bağlı değildi, çıkan sesler de teyp kayıtlarıydı. Denek kelime sayısı arttıkça yavaş yavaş yanlışlar yapmaya başladı. Beşinci hatayı yapıp da 75 voltu yediği andan itibaren inlemeye, tuhaf sesler çıkarmaya; 150 voltta deneyden çıkmak için yalvarmaya; 180 voltta "artık acıya dayanamıyorum" diye bağırmaya başladı. Öğretmen rolündeki denek panelin üzerinde "tehlike" yazan yerlere geldiğinde ise öğrenci duvarlara vuruyor ve "beni bu odadan çıkartın" diye haykırıyordu. Sizi ne kadar şaşırtır bilemiyorum ama, 40 denekten 24 tanesi 450 volta kadar çıktılar. Psikopat, , sadist ruhlu insanlar mıydı bunu yapanlar? Hayır. Üstelik bu deney defalarca başka deneklerle, başka ülkelerde tekrarlandı, genelde sonuçlar yüzde 65 civarında dolaştı.

Bu deney de göstermiştir ki, sosyal uyma davranışını meydana getiren kişi veya grubun algılanan mevkii ne kadar yüksekse bireylerde meydana getirdiği uyma davranışı da o kadar yüksek olur. Cemaatin lideri, “Kâinat imamı, Mehdi” vb. sıfatlarla insanlara yanılmaz, itaat edilmesi şart bir küt olduğunu ele geçirdiği beyinlere pompalamıştır. Liderini insan üstü bir varlıkmış gibi lanse ederken, kişilerin saygınlığı ne kadar yüksekse diğer insanların onun yargısına daha çok uyacağını bilen!  örgüt popüler sanatçı, futbolcu, yazar, akademisyen gibi toplumca kabul gören kişileri diğer insanları kendine bağlamak için kullanmıştır. Bu deneyden elde edilen “yüz yüze olma durumunun sosyal etkinin şiddetini artırdığı” sonucundan hareketle haftalık düzenli toplantılarla bağımsızlık derecesi ve kendine güveni yüksek kişileri bile itaat eder hale getirmiştir.